ALS’ye Karşı Duran Mucize Adam Opr. Dr. Alper Kaya

Telefonda tanıştık. “Merhaba” dedi enerji dolu güzel bir ses “Ben Dr. Alper Kaya”. Hoşgörünün ses tonu olmalıydı bu… Biz, “rahatsız mı ettik acaba” diye düşünürken o, kendisini aramamızdan dolayı mutlu ve heyecanlıydı. Teklifimizi hemen kabul ederek “Yazarım tabi!” dediğinde biz de kendisi kadar heyecan duyduk. Yazdıklarını okurken pek çok şey öğrendik… Hayata dair… İnsana dair… Sevenleri, ailesi ve arkadaşları da hislerimize tercüman olarak onun maneviyatını, hayata bakışını ve gönül yüceliğini bir bir anlattılar. Yazılan her satır bize, yaşamın bir baş kaldırış olduğunu hatırlattı. Opr. Dr. Alper Kaya’ya derin saygı ve sevgilerimizle…

Çukurova Üniversitesi… Yaşamımdaki tesadüflerden biri. Büyüğümüz Dr. Lemi Erbayraktar
orada asistanlık yaparken haber etmişti, “Sınav olacak” diye. Ve böylece hayatımda yeni bir dönem açılmıştı. Tıp fakültesinin gözle ilgili teorik derslerini okuduğumuz yıllarda başlamıştı göz hekimliğine adanmışlığımız… Beş duyumuzdan biri olan göz, belki de en mükemmel yaratılmış olandı. Bu düşünceyle o yıllardaki hedefim iyi bir göz hekimi olmaktı. İzninizle hedef yolumun başlangıcında beni yönlendiren Prof. Dr. Güray Çıngıl hocamın kulaklarını çınlatmak istiyorum. Hocamızın verdiği bilgiler beni yalnızca oftalmolojik açıdan aydınlatmadı. Dünya görüşümde de bana farklı bir pencere açtı. Kişiliğim ve yapım gereği hep mükemmeliyetçi oldum. Bir şeyi detaylı inceleme tutkum vardı. Göz ile ilgili en küçük konuyu bile anlamak için ihtisas yapabilirdim. Korneayı baştan sona bilmek için beş yılımı feda edebilirdim ki zaten tıp fakültesine de bu tutkumdan dolayı girmiştim. O dönemde pozitif bilimlerle ilgilenmek istemiştim.

Fakültede insan vücudunu incelediğimde büyük bir hayranlık duymuştum. Fakülteden mezun olduğumda ilk beş başarılı öğrenciden biriydim. Tıp bilimi ve oftalmoloji benim için özeldi. Seçimimi iyi yapmıştım. 1988 yılında ihtisasıma başladığımda fiziksel bir problemim yoktu. İkinci yıl asistanıyken yürümemde aksama ve çabuk yorulma gibi problemler başlamıştı. Ellerimde de fiziksel problemler başladığını hissetmiştim. Hemen, hastanemizin bölüm başkanlarından biri olan Prof. Dr. Yakup Sarıca hocamıza gittim. Kendisi hastalığımın ilk teşhisini koyarak motor nöron hastalığı olduğumu söyledi. Aslında kendisi de böyle bir teşhis koymanın şaşkınlık ve üzüntüsü içindeydi. Bunu duyduğumda yirmi dokuz yaşındaydım. Bir hekim olarak hastalığın neler getireceğini çok iyi biliyordum. Ben ve yakın çevremdeki herkes büyük bir psikolojik travma yaşadık.

Motor Nöron hastalığı teşhisi alan hastaya biçilen ömür üç-beş yıldır ama tahminler bende tutmadı. Şunu anladım ki yıllar boyu tıp eğitimi görmenize rağmen, insanla ilgili verdiğiniz kararlar her zaman kesin olmayabiliyor. Bu benim şansımdı. Tabi bu noktada ailemin, sevdiklerimin ve arkadaşlarımın moral ve motivasyonu bana büyük destek oldu. Hocalarımın hoşgörüsü ve desteği sayesinde, her şeye rağmen ihtisasımı bitirdim. Hepsine şükranlarımı sunuyorum. Giderek fiziksel kayıplarım olsa da sonraki on yıl boyunca mesleğimi yapabildim. Bunun için kendimi şanslı sayıyorum. Klasik gitar… Hayat damarlarımdan biri. Müziğin insanlara kazandırdığı bir dünya görüşü vardır. Müzikle ilgilenen kişilerin beyinlerinin farklı geliştiğine dair pek çok araştırmaya rastlamak mümkün. İnsan vücudunu incelediğimde, bunun da sanattan farksız olduğunu düşünmüştüm. Böyle bir sanat eserinin yaratıcısına şükretmek, saygı duymak gerekiyor. Lise yıllarında klasik gitar çalarak başladığım müziğe, doktor olduktan sonra da devam ettim. Yeni Türkü, Grup Merdiven, Grup Alaşım gibi çeşitli müzik gruplarında amatör müzisyen olarak çalıştım. Bir söz vardır bilirsiniz “Tıbbiyeden her şey çıkar, arada bir de doktor çıkar.” diye… Benim durumum da bu ifadeyle örtüşüyor. Müzikle birlikte tıp mesleğini icra etmek bana, çalışma hevesi ve daha geniş bir bakış açısı sağladı. Bir ara tıp derslerim yerine, konservatuarda
armoni ve kontrpuan derslerine katıldığım da olmuştur. 1995’ten beri klasik gitarımı
çalamasam da bu tutkum hala devam ediyor. Aklımda ve gönlümde yaptığım müzik çalışmalarının her notası çınlıyor…

Mutluluğum… Eşim Dr. Elçin Kaya… Yirmi beş yıllık evliliğimizin mimarı, her şeyin ötesinde bir insan… Kızımız Ece’yi dünyaya getirdiğinde, umudun asla tükenmeyeceğini bir kez daha anlamıştım. Ben karanlık günler yaşarken, onun doğmasını istemediğim zamanlarım olmuştu. Ama Elçin, her kadında var olan o inanılmaz içgüdüyle kızımızı dünyaya getirdi.
Umudum… Ece… Şu anda yirmi bir yaşında ve Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde okuyor. O da benim gibi gitar çalıyor, konserler veriyor. Müzik çalışmalarına babasının kaldığı yerden devam ediyor. Yüreğindeki ışıkla, engin zekâsıyla ve yetenekleriyle çok iyi yerlere geleceğini biliyorum… Hayat üç gün… Dün, bugün ve yarın… O halde bugün biraz insanca yaşarsak, biraz yüzümüz gülerse, kalbimiz de biraz coşku ve neşeyle dolarsa, bir gülümseme alırsak, bir mutluluk verirsek her şey daha anlamlı olabilir. Bunun için yavaş yavaş, tane tane yaşamak lazım…
Hayat; gün içinde yaptıklarımız, koşuşturmalarımız ve görevlerimizden ibaret değildir, hayat
geriye kalan zamandır. Benim gibi yavaş çekimde yaşarken, bir kuşun balkon demirinde ne
yaptığını uzun uzun izleyebilmek huzur verici. Hayat şartları bizi bu güzelliklerden uzaklaştırıyor. Belki de bu yüzden çok mutlu değiliz. Her yaşam, roman olmayı hak eder. Kimisi içinde tutar yaşadıklarını, kimisi açığa vurur. Ben de solunum cihazına bağlı olduğum son sekiz sene içerisinde, hayatımla ilgili birkaç küçük öykü yazmaya çalıştım. “İşaret Parmağım” adlı kitabımı yayınlarken asıl amacım, kızım ve torunlarıma benden bir şeyler bırakmaktı.

Bitirmeden… Genç hekimlere tavsiyelerim var. Hekimlik çok zor dönemlerden geçiyor. Mesleğimiz, sağlık sisteminin politikaları ve bakış açısıyla, din ve ırkla sınırlandırılamayacak bir sanat… Her ne kadar hekimler ülkeleri din, dil, ırk gibi özelliklere göre ayıklayıp bir kategoriye koymak isteseler de gerçekte hekimlik, belki de evrenin, zamanın ve insanların bir insana verdiği en büyük yetkidir. Hekimlik görevini yerine getirirken genç meslektaşlarımızın böyle düşünmelerini arzu ve tavsiye ederim. Dönem, zaman ve yükselen değerler ne olursa olsun hekimlerin en yüksek değerinin insan olduğu hep hatırlanmalı.
Teşekkürler… Sevgili eşim Elçin’e ve biricik kızım Ece’ye… Annem, babam ve kardeşime.
Bölüm Başkanı’mız Prof. Dr. Gülhan Slem’e, Prof. Dr. Ömer Faruk Köker’e, Prof. Dr. İlter
Varinli’ye, Prof. Dr. Reha Ersöz’e, Prof. Dr. Müslime Yalaz’a, Prof. Dr. Merih Soylu’ya,
Prof. Dr. Nusret Özdemir’e, Prof. Dr. Nihal Demircan’a, Prof. Dr. Meltem Yağmur’a , Prof.
Dr. Gülhanım Hacıyakupoğlu’na, Dr. Metin Mürşitoğlu’na ve daha sayamadığım tüm hocalarım ve meslektaşlarıma… Özellikle belirtmek isterim ki Prof. Dr. Gülhan Slem, rahatsızlığıma rağmen kariyerime devam etmem için yardımcı doçentlik ve doçentlik sınavına girmemi tavsiye etmiş, kadroya katılmam için elinden geleni yapacağını söylemiştir. Yaşamla ölüm arasındaki ince çizgide gidip gelirken beni işe ve dolayısıyla
hayata bağlayanları asla unutamam.

Eşi Dr. Elçin Kaya Diş Hekimi

Ophthalmology Life Dergisi benden Alper ile ilgili bir anı yazısı istediğinde hangi anımızı yazacağımı bilemedim. Bir ömrü birlikte geçirdik. Öyle çok anı, öyle çok yaşanmışlık ve mücadele var ki… Sevgili eşim Alper harika bir insan, iyi bir eş ve baba olmasının yanı sıra çok iyi bir müzisyendir. Hastalanıncaya kadar her gün saatlerce etüt yapar, mecburi hizmet yaptığımız Kırşehir’in uzun ve soğuk gecelerinde çalıp söylediği şarkılarla toplantılarımızın odağı olurdu. 1987 yılında Alper’e bir sürpriz yaptım, Ankara’ya gelen Paco de Lucia konserine bilet aldım. Kırşehir-Akçakent’te mecburi hizmetteydi o sıralar, konserden haberi olmamıştı. Akşam benim bindiğim otobüse yetişmesini istedim. O yıllarda istediğiniz saatte köyden çıkamazdınız, araç bulunmazdı. Yolun bir kısmını motosikletle, bir kısmını da kamyonetle gelmiş, Ankara yoluna ulaşmış ve benim bindiğim otobüse yetişmişti. Paco konserine gittiğimizi o zaman öğrenmişti. Konser bittikten sonra Paco de Lucia’nın elini sıkıp kısa bir söyleşi yapmak çocuklar gibi sevindirmişti Alper’i. Bu olaydan birkaç yıl sonra ayaklarının ve ellerinin işlevini kaybetmeye başlaması inanılmaz bir durumdu. Yine de ellerindeki işlev kaybı ilerleyinceye kadar gitarını hiç bırakmadı. ALS nedeniyle yaşadığı her kayıp aylarca ruhunun kararmasına neden olsa da öyle sanıyorum ki ona en çok gitarını kaybetmek zor geldi. Ben ise onu kaybetmediğim için mutluyum ve yanımda olduğu sürece mutlu olmaya devam edeceğim.

Opr. Dr. Tülin Kaynak

Canım arkadaşım, çok değerli dostum Alper için sayfalarca yazabilirim hissi ile oturdum ama yazıya indirgenince değerini kaybediverdi kelimeler sanki. Kısa ve tam anlamıyla dolu dolu kullanmalıyım kelimeleri bu yazıda. Alper’i ilk kez asistanlık yıllarımda (1989 ya da 1990 yılında olmalı) Uludağ’da yapılan bir kış sempozyumunda sahnede gitar çalıp şarkı söylerken gördüm. Şarkı ile başlayan tanışıklığımız, yıllar sonra İzmir’de yine şarkılarla dostluğa dönüştü. Nazım Hikmet’in çocuklar için söylediği gibi “söz ve yazı olmasa da anlaşırdık” sanırım Alper’le. Alper… Her telefon konuşmamızda kendisine “Nasılsın?” diye sorduğumda bana “Bomba gibi!” diye cevap vererek, benim de güne enerjik başlamama katkıda bulunan arkadaşım. Her gün, işe giderken evinin hizasından geçtiğim, denize bir kere de onun için baktığım arkadaşım. Hava güneşliyse penceresinden içeri giren güneşle, griyse beyazlıkları daha da belirginleşen martılarla, yağmurluysa damlaların sesleriyle güzel bir güne başladığını ümit ettiğim arkadaşım… Benim için Alper: Steve Vai’nin müthiş bir gitar solosu, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun insan kokan bir şiiri, bir martının kanat sesi, bir gökkuşağı(dır). Absolü kulağı ve engin müzik bilgisi olan harika bir baba, hala çok aşık bir eş, araştırmaktan, öğrenmekten çok zevk alan, bilgilerini sürekli güncelleyen bir bilim insanı, bu bilgileri ihtiyacı olan herkesle paylaşan (Ece Ayhan’ın bir başkası için kullandığı en övgü dolu sözle) sıkı insandır Alper…

Diğer güzel ve özel yanlarından, başka arkadaşları da mutlaka söz edecektir. Ben rahatsızlığının bir kısmının tanığı olarak, ALS hastaları için neler yaptığından söz etmek isterim. İzmir’de ALS tanısı alan hastalar ve aileleri, bir yalnızlık, çaresizlik içinde bulurlardı kendilerini Alper’den önce. Alper, rahatsızlığı ile ilgili yerli yabancı literatürü onlar için de takip etti. Kendi deneyimleri ile geliştirdi. Ulusal ve uluslararası toplantılarda bu bilgilerini paylaştı. Tıp camiasından olmayanların anlayacağı forma soktu. Bir telefon hattını ve her gününün yarısını onlara ayırdı. Yeni tanı konulan, eski tanısı olup süreç içinde ne yapacağını bilmeyen tüm ALS hastaları Alper’i aradı. Alper, rahatlatıcı sözleri ve bilgisiyle onları umutsuzluğa düşmekten kurtardı. Bir yedek aspiratör ve solunum cihazı ayarladı, en kısa zamanda cihazı bozulana gönderdi. Yalnız İzmir’den değil şehir dışından da sürekli aranır oldu. Organizasyonlar düzenledi. ALS hastalarını ve ailelerini bir araya topladı. Birbirleriyle iletişim kurmalarının yolunu açtı. Onların “kaptanı” oldu. Artık yalnız ve çaresiz değillerdi. Alper sayesinde…

O olmasaydı, şu anda bilgisayar kullanmayan, dünyayla ilişkisini kesmiş çok sayıda ALS hastası olacaktı. Gerektiğinde gözleriyle kullanabilecekleri Türkçe ekranklavyesi, Alper sayesinde yaşamlarına girdi. Yeni tanı konulmuş yetmişli yaşlarda bir beyefendiyle konuşmasına tanık olmuştum Alper’in. “Hastalıktan değil, aileme vereceğim yük nedeniyle endişeliyim.” diyordu ahizenin diğer ucundaki kişi. “Aileniz size nadide bir çiçeğe bakar gibi bakacak ve emek verecek. Sizin yapmanız gereken de en güzel halinizle çiçek gibi açmak olmalı” diye yanıtladı Alper. Başka söze gerek var mı arkadaşımı anlatmak için bilmem.
Bir Bedri Rahmi Eyüboğlu şiiri tamamlar belki eksik kalanları:

Bütün kitapları yakmalı
Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır.
İçinde bir tek suret yaşayan yüreğe
yürek mi derler
Bir tek yaprak veren dalın boynun burarlar
Bir tek meyve veren dalı keserler
İnsan dediğin bir buğday tarlası gibi olmalı
Esti mi rüzgar bir değil milyonlar için esmeli
Bir tek meyve veren dalı kesmeli
İnsan dediğin derya misali
Üstünde milyonlarca dalga
İçinde kıyametler kopmalı
İnsan dediğin derya misali
Uçsuz bucaksız olmalı

Prof. Dr. Meltem Yağmur

Sevgili arkadaşım Alper Kaya’yı 1988 yılında asistanlık döneminde tanıdım. Dürüst kişiliğine, insan sevgisine, mesleğine olan saygısına ve sanatçı ruhuna tanıklık ettim. Aslında ilerleyen yıllarda çok büyük problemlerle karşı karşıya kaldığı yaşam çizgisinde yaşama direnişi, böylesine güçlü bir beyin gücü gerçekleştirebilirdi. Alper, hepimize bir yaşam dersi verdi. Koşullar ne olursa olsun yaşama bağlılığın, düşünmenin, sevmenin ve üretmenin önünde hiç bir engel olamayacağını bizlere gösterdi. İyi ki varsın ve bizim için hep var olacaksın.

Prof. Dr. Merih Soylu

Sevgili Alper, Kadim Dostum, Benden senin için bir yazı istediklerinde sana bir mektup yazarak duygu ve düşüncelerimi paylaşmakistedim. Nereden başlasam ki! Alper deyince ilk akla gelen sıcacık bir gülümseme ve gitar sesi, bu seni tanıdığım zaman da böyleydi, hala böyle. Belki şu an gitarını çalamıyorsun ama yüreğindeki melodi hep kulaklarımızda.
Asistanlık dönemini çok fazla hatırlamıyorum ama hatırladıklarım hep güzel şeyler, günlük koşuşturmaca içinde farkında olmadan hızla geçmiş güzel günler. O zamanlarda (yirmi beş yıl öncesinden bahsediyorum) yüreğin yine sevgi doluydu, hep farklıydın, insanların hayatında hep farklılık yaratıyordun. Aradan geçen yıllarda fiziksel engeline rağmen yüreğinde hiç değişiklik olmadı, sevgi gücünle farklılık yaratmaya devam ettin. Nice sağlıklı
görünen insandan çok daha fazlasını yaptın. Senin tabirinle ‘dört duvar bir pencere’ arasında olsan da bir gün Amerika’dan, bir gün Asya’dan ses veriyorsun, işaret parmağınla tüm dünyayı dolaşıp birçok insanın yüreğine dokunuyorsun.İnsanların eksiklikleri bazen, aynı zamanda en güçlü tarafları olabilir ve her ne yaşıyorsan seni öldürmediği müddetçe
güçlü kılar. Sen gücünü yüreğinden alıyorsun ve sevginle yaşama tutunuyorsun…
Şairin dediği gibi; Bir tek sevgi var elimizde bunca yıldan damıtılıp gelen Yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllarından geriyeBir tek sevgi olacak bunca telaştan arta kalan Ötesi
yalan İçindeki müziğin hiç susmaması dileğiyle…

Sevgiyle…

Prof. Dr. Nihal Demircan

Sevgili Alper ile dostluğumuz 1980’li yılların sonunda Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Kliniğinin en kıdemsiz asistanları olarak başladı. Alper’in uzmanlık sonrası İzmir’e gidişine kadar heyecanlı, gergin, neşeli, endişeli, hüzünlü, mutlu anılarımızı paylaştık.
Yoğun ihtisas günlerinin yorgunluğunu Alper’in gitarı ve şarkılarını dinleyerek gidermek neşeli anılarımızdan. Alper’in olağanüstü bireysel çabaları sayesinde kurulan protez odasında saatlerce çalışması, protezlerin her birini tablo yaparcasına özenle, sabırla hazırlamasını heyecanla izledik. Sevgili Ece’nin doğumuyla Elçin ve Alper’in mutluluklarını paylaşmamız ihtisas günlerimizin elbette en güzel anısı. Sevgili Alper’le birlikte çalışırken yakından görme şansına sahip olduğum inanılmaz azmini, yaratıcılığını her geçen gün artırmasını uzaktan ama gurur ve mutlulukla izliyorum.

Yrd. Doç. Dr. Özgür Kilit
Ege Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü

Sevgili dostum Alper ile olan anılarımı paylaşmam istendiğinde bir an heyecanlandım. İkimizin de ellili yaşlarımızı sürdüğümüz şu günlerden şöyle bir geriye baktığımda neler yoktu ki aklımda kalan? İkimizin de öğrencisi olduğumuz o zamanki adıyla Karşıyaka Erkek Lisesi’nin bahçesinde hem okulun en çalışkan öğrencilerinden biri hem de okul müdürümüzün oğlu olması nedeniyle biraz huzursuz ve çekingen bir şekilde Alper’e “Merhaba, ben Özgür. Galiba sen de gitar çalıyormuşsun” diye sorduğumda yıl 1976 idi. İşte o tarihten itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Yaşamımın ilk on altı yılı hariç her anında, benim askerliğim, onun mecburi hizmeti gibi kesintilerde bile Alper hep bir şekilde vardı. Zaman zaman bu sevgili dostum için “Neden o ilk on altı yılda da yoktu ki?” diye
hayıflandığımı hatırlıyorum. Gitar ikimizin de yaşantımızın önemli bir parçası oldu. Yıllar boyunca her cumartesi günü ikimizden birinin evinde toplanıp gitar çaldık. Carulli’lerin,
Bach’ların bir ucundan girip Latin doğaçlamaların öbür ucundan çıktık. Besteler yaptık, kayıtlara geçirdik. Pazardan alınan bir civcivin sesini geri planda kullanıp onun üzerine nefis doğaçlamalar yaptık. Bir gün özene bezene yaptığımız bir kayıt bitmek üzereyken sokaktan geçen bir bahçevanın “soğancı geldi soğancııı” diye bağırması üzerine ikimizin de aynı anda bakışıp “devam!” kararı verdiğimizi anımsıyorum. Bu kayıt hala durur. Zaten birlikte doğaçlama müzik yaptığımız zamanlardan kalan en etkileyici anım, müzikte gerilimin doruğa çıktığı ve sürpriz bir şekilde başka bir tona geçildiği anda ikimizin de eş zamanlı bir şekilde aynı tona geçmemizdi. İşte o zaman şaşkınlıkla birbirimizin yüzüne bakar ve bir
coşku yaşardık. Bunu nasıl yapabildiğimize ilişkin en ufak bir fikrim yok ama o günlerden bu günlere müziğin karşılıklı konuşmadan çok daha zengin bir iletişim aracı olduğuna hep inanmışımdır. Zamanla ortak konularımız çeşitlendi ve gitardan dışarı taştı. İkimizin de sahip olduğu irdeleyici mantık yapısı nedeniyle satrançtan felsefeye, biyolojiden mühendisliğe dek birçok konuda saatler süren didikleyici konuşmalar yaptık ve sonuçta birbirimizin düşünsel zenginliğine çok katkıda bulunduk. Sonunda birimiz makine mühendisi diğerimiz de göz hekimi oldu hem de en iyisinden. Günümüzde, ben öğrencilerimle engelli insanların sağlık sorunlarını çözmek için robotik donanımlar üzerinde çalışırken, Alper de hastalığına aldırış etmeksizin dünyanın dört bir tarafından insanlar ile birlikte, konuşma tanıma, göz hareketleri ile tekerlekli sandalyeyi yönlendirme cihazları gibi tasarımların
üzerinde çalışıyor. Bu yaklaşımlarımızın kökeninde uzun yıllar önce bir lise öğrencisiyken yaptığımız sohbetlerin etkisi olduğuna inanıyorum. Alper günümüzde bir insanın karşılaşabileceği en ağır engel türü ile yaşamak zorunda. Ama yine de hareket ettirebildiği tek parmağı ile kitap yazmakta, internet üzerinden tüm dünyadaki ALS hastaları ve yakınları ile temasını sürdürmekte, bu konuda düzenlenen ulusal ve uluslararası sempozyumlara katılmakta, televizyon programlarına çıkıp toplumu bilinçlendirme yönünde büyük çabalar sarfetmekte ve tüm dünyadaki benzer hastalara umut olmaktadır. Alper uzaktan da olsa hala bana olan bilişsel, duygusal ve moral katkısına devam etmektedir. Böyle bir insanı tanımış olmaktan dolayı büyük mutluluk duyuyorum.

Opr. Dr. Orçun Pehlivan

Dr. Alper Kaya ismini ilk defa asistanlık eğitimimi yaparken, daha evvel Urla Devlet Hastanesi’nde pratisyen hekim olarak görev yapan Dr. Haldun Yılmaz’dan duydum. Haldun ara ara onun insanüstü meziyetlerinden bahsederdi. Sonraları sağlık problemlerinin olduğunu, hatta mesleğini bir süre sonra yapamayacağı düşüncesiyle bazı muayene cihazlarını kendisine hediye ettiğini söylemişti. Birkaç sene sonra uzmanlık sınavı, mecburi hizmet, eş tayini derken, kendimi, daha hiç tanımadan bende sonsuz saygı uyandıran bu esrarengiz adamın yanında buldum. Fakat birlikte çalışma heyecanıyla hastaneye gittiğim
gün kendisinin bir dizi rapor ve sonrasında emeklilik sürecinde olduğunu öğrenince büyük
bir hayal kırıklığı yaşadım. Sonraki günlerde tekrarlayan ev ve sofra ziyafetleri sayesinde Alper Abi’imle tanışmış olmanın keyfini çıkarmaya başladım. Alper Abi, kaderin kendisine ördüğü ağları çözmekle kalmamış, insanoğluna bu süreç ve tecrübeleri ile ilgili çok sayıda geri bildirimde bulunmuştur. Bunun yanında benzer süreci yaşayan ama birbirinden habersiz birçok insanın yaşamla ve birbirleriyle bağlantısını kurmuştur. Ayrıca bu tür rahatsızlıklardan bihaber dünyevi kaygılarla boğuşan birçok insanın bir an durup kendini, algılarını, duyularını ve duygularını gözden geçirmesini sağlamıştır. Ben ne zaman dara düşsem, ne zaman canım sıkılsa iş dönüşü birkaç bira alır, doğru Alper Abi’ime giderim. İlk iki cümleyi kurar, şifreleri veririm ve kendimi Alper Abi’imin sınırsız felsefe denizinin dalgalarına bırakırım. Abim anlatmaya doyamaz, ben de dinlemeye… Ben bir konuda bir yere kadar düşünüp takılmışsam, Alper Abi’im aynı nöral yolaklardan ve sinapslardan daha önce birkaç tur geçtiği için mutlaka söyleyecek bir sözü vardır. Siyaset, müzik, oftalmoloji, tarih derken gece biter ama onun enerjisi hiç bitmez. Kendisinden her ayrılış ve eve dönüşte ufkumu
daha geniş, ruhumu daha dinç hissederim.

Prof. Dr. Yakup Sarıca
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Bölümü

Alper’in durumu otuz yılı aşkın bir süre önce açıklığa kavuştuğunda bir “dram” yazılabilirdi.
Alper bu yazgıyı parçalayarak, yaşananın bir dram değil, bir “yaşam” olduğunu sergiledi. Herkese örnek bir davranış modelini bilinç ve bu bilinçle desteklenen, beslenen bir inatla oluşturdu. Yaşamın bir trajedi değil bir üretim, bir doğuşlar silsilesi, bir yaratıcılık sahnesi olduğunu gösterdi. Elimize verilenin kendi irademizle yoğrulabileceğini anlattı ve öğretti.
Ve tabi ki yalnız değildi. Bu süreçte benzersiz eşi Elçin ve kızı ile ailesel bütünleşmesinin, herkes için bir örnek oluşturduğunu da vurgulamak isterim. Eğer bir cennet varsa bir yerlerde, bunu en çok hak eden ve bunu, yaşarken de kanıtlayan bu aileye bize öğrettikleri her şey için müteşekkirim.

Ophthalmology Life 2012 15. Sayı