Prof. Dr. Süleyman Kaynak
DİYABET, TARİHİN ÇOK DERİNLİKLERİNDE BİLE BİLİNEN BİR HASTALIKTI. ESKİ YUNAN, ÇİN, MISIR, HİNT VE PERS UYGARLIKLARINDAKİ TIBBİ KAYITLARDA, İDRARI TATLI İNSANLARDAN VE BU İNSANLARIN ÇABUK ÖLDÜKLERİNDEN BAHSEDİLMİŞTİR.
Kadın diyabetik eşinin kolunda, doktorun odasından içeriye girip ağlamaklı bir şekilde “Hâlâ bulamadınız mı bunun çaresini? Sabahlara kadar idrara götürürüm. Yıka yıka idrar kokusu çıkmaz. Haydi, görmüyor, buna razıyız da bu tuvalet işi ne olacak bilemedim?” diyor. Diyabet, 21. yüzyılda hâlâ sayı bakımından yüksek oranlarda görülüyor ve aynı zamanda yaşam kalitesi olarak insanları bunaltmaya devam ediyor. Yüzyıllardır atılmış bu kadar çok adıma rağmen hâlâ hayal kırıklıklarıyla devam eden binlerce yaşam…
Hastalıklar ve savaşlar ile başlayan yirminci yüzyılın başında, bir yandan ordular ve toplumlar savaşlarla baş etmeye çalışırken, tüm insani ve maddi kaynaklar savaşlara aktarılırken bir yandan bilim insanları da hastalıklarla mücadele etmeye çalışmaktaydılar. Aslında 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında, pek çok hekim ve araştırmacı, hastalıkların tedavi yollarını aramaktaydı. Bu hastalıklardan birisi de diyabetti.
MÖ 5. YÜZYILA UZANAN TARİH
Diyabet, tarihin çok derinliklerinde bile bilinen bir hastalıktı. Eski Yunan, Çin, Mısır, Hint ve Pers uygarlıklarındaki tıbbi kayıtlarda, idrarı tatlı insanlardan ve bu insanların çabuk öldüklerinden bahsedilmiştir. Kahun Papirüsleri’nde, Milattan Önce 20. yüzyıla tekabül eden döneme ait, “çok susamış bir kadının tedavisi”ne ilişkin bir reçetenin varlığından söz edilir. Georg Ebers, 1872’de Mısır’ın Luxor bölgesinde, bulduğu papirüsleri satın aldıktan sonra bunların, Milattan Önce 15. yüzyıldan bilgiler taşıdığını ve bazı tıbbi bilgiler içerdiğini de saptamıştı. Ebers Papirüsleri’nde aşırı susamalarla ve yoğun idrar çıkartarak kaybedilmiş ama bitki özleriyle tedavi edilmeye çalışılmış hasta tanımları ile karşılaşılmıştır. Bu papirüslerde hatta tedavi için bir karışım bile önerilmiştir: Bir bardak havuç suyu, kara mürver, yeşil hurma, taze süt, salatalık çiçeği, bira vb. M.Ö. 5. yüzyılda ise ünlü Hintli Hekim Sushruta, Sanskritçe Samhita isimli kitabında “ballı idrar” anlamına gelen “madmuhema” terimini kullanmıştır. Aynı kitapta, idrara karıncaların üşüşmesini bir test olarak kullandığını da anlatmıştır. Sushruta, bu hastalığa daha çok zengin kastların yakalandığını ve bunun da en önemli nedeninin pirinç ve diğer hububat ile tatlının çok tüketilmesi olduğunu kaydetmiştir. Bu nedenle de Ayurvedic metinlerde tedavi tanımlanırken şeker ve yiyeceklerin kısıtlanması ve sıkı diyet geçmektedir.
Aynı dönemlerde, Çin uygarlığına bakıldığında MÖ 5 ile 2. yüzyıllar arasında, “üç fazla bir eksik” diye tanımlanan bir klinik tablodan bahsedilir ve bu fazla su içme, fazla yeme ve fazla idrar çıkarma ama buna karşılık çok kilo kaybı olarak tarif edilir. O zamanki terminolojide xiâo kê (消渴; “wastingthirst”) olarak yani susayarak zayıflama ya da “susuzluktan kuruma” gibi anlamlar verilebiliyordu.
ÇİN TIBBININ KATKILARI
Milattan sonra 2 ve 3. yüzyılda yaşayan ve Çinli Hipokrat olarak bilinen Zhang Zhongjing (Chang Chung Ching ), şeker hastalığını, çok su içip çok idrar çıkaran bir hasta grubu olarak tanımlamıştır. Hatta metinlerinde bunu üçe ayırmış ve “susuz kuruluğun” üst yani akciğer, orta yani mide ve aşağı yani idrar ve böbrekle ilgili farklı tipleri olduğunu belirtmiştir. Çin’de M.S. 7. yüzyıla gelindiğinde ise hastalık, iyiden iyiye bilinir olmuş ve susama, çok su içme, çok ve tatlı idrar çıkarma üçlüsü ile hastalar tanımlanmaya başlanmıştır. Hatta şarabın kısıtlanması, tuz ve seksin yasaklanması gibi tedavi algoritmaları da yapılmıştır.
Çin’de 6. ve 10. yüzyıllar arasında Sui ve Tang hanedanları sırasında, bu alanda çok sayıda hekim çalışmış ve gerçekten diyabetin tedavisi için yüzlerce bitkiden yararlanılarak bazı ilaçlar yapılmış ve denenmiştir. Bunlar arasında Çin’de “Tıbbın Kralı” diye isimlendirilmiş olan Sun Simiao (MS 581–682) tarafından yazılmış kitaplarda, oldukça ayrıntılı olarak hastalıklar ve tedavileri tanımlanmış olup “susuz kuruluk” da burada ayrıntısıyla yer almıştır. Daha sonraki yıllarda Liu Wansu (MS 1120–1200 M.S), Zhang Zhongjing tarafından aşağı diyabet diye tanımlanan hastaların bir kısmında, idrarın tatlı olmadığını fark ederek bunları ayırmayı akıl etmiştir. Bu hastalar, diabetes insipidus (tatsız diyabet) olarak tamamen farklı bir hormonal hastalık olarak yüzyıllar sonra, 1794’te Johann Peter Frank tarafından tanımlanmıştır.
ANADOLULU TIP İNSANLARI
MÖ 460 – 375 yıllarında yaşamış olan ve “Tıbbın Babası” olarak tanımlanan İstanköylü (Kos) Hipokrat’ın mevcut notlarında diyabete ilişkin bir kayıt görülmemiştir. Her ne kadar Hipokratian hekimler, kendisinden sonra bu hastalıkla ilgili kayıtlar koymuşlarsa da direkt olarak Hipokrat’ın bir kaydı yoktur. Bu konuda ismi geçen hekimler, MÖ 3. ve 2. asırdan Memfisli ( Kahirenin güneyinde eski Mısır’da yerleşim yeri ) Apollonius, Apamealı ( Afyon – Dinar ) Demetrius ve MS. 2. Yüzyılda Kapadokyalı Aretaeus olmuşlardır. Diabetes sözcüğünün ilk kullanımı, her ne kadar Apollonius’a ve Demetrius’a atfedilirse de mevcut
yazılı kayıtlara bakılırsa bunu ilk kullananın, Kapadokyalı Aretaeus olduğu kabul edilir. Bunda belki diğerlerinin yazmalarının kaybolmasının da rolü olabilir. Aslında o dönemde yani M.S 2. yüzyılda Efesli Rufus ve Bergamalı Galen ile Kapadokyalı Aretaeus, diyabet hastalığının tanımlamasını ve hatta tedavisini yapmaya çalışmışlardır. Bergamalı Galen, el yazmalarında iki hasta tarif ederek bunu, idrarın aşırı akması anlamına gelen “diarrhea urinoma” olarak not düşmüştür. Ancak diyabet sözcüğü ilk kez Kapadokyalı Aretaeus’un notlarında “diabaino” olarak görülür. Aretaeus, Kapadokya ‘da doğmuş, gençliğinden başlayarak hasta insanları çok yakından gözlemleme alışkanlığı edinmiştir. Sonradan İskenderiye’de okumuş ve daha sonra da Roma’da çalışmıştır.
Aretaeus’un yazılı olarak ilk kez kullandığı “diabanio” sözcüğü, Eski Grek Dili’nde “acele hareket etmek” ya da “aşırı hızlı boşalma” gibi anlamlar taşımaktadır. Böylece muhtemelen Aretaeus, idrarın hızlı ve taşarcasına boşalmasını gözlemleyerek bu yakıştırmayı yapmıştır. Eski Grekçe’ye göre yorum yapanlar, suyun ağızdan girdiği gibi aynen idrarla çıkması yani adeta insan gövdesinin bir su kanalı gibi davranmasını kastederek bu ismin kullanıldığını belirtirler. Zaten diabanio sözcüğü aynı zamanda sifon ya da boru gibi anlamlara da gelmektedir. Aretaeus’un o zamanki düşüncesine göre ağızdan susayarak içilen bol su, vücudun şekerini alıp idrardan tatlı olarak yine bolca dışarı atılmaktaydı ve bu nedenle de insanlar hızla zayıflayıp güçsüzleşerek ölüme gitmekteydi. Aretaeus, bu hastalığa yakalananlarla ilgili olarak “ Hayatları kısa, çok kötü ve ıstırapla sona ermektedir ” demiştir. O zamanki gözlemlere bakılacak olursa aslında diyabetin temelinin, MS 2. yüzyıldan sonra anlaşılmış olduğunu düşünebiliriz. Gerçekten de Aretaeus, kronik hastalıklar ve tedavisi konulu iki ayrı kitabında, diyabetik hastanın tüm sistemik klinik seyrini izlemiş ve ölüme kadar süreci detaylarıyla anlatmıştır.
İBN-İ SİNA İMZASI
Bir yandan Çin, Hint, Eski Grek ve Anadolu uygarlıklarında bu süreç, MS 7. yüzyıla bu şekilde evrilirken İbn-i Sina ( M.S.980–1037), Buhara yakınlarındaki Efşene’de doğmuştu. Küçük yaşlardan itibaren Kuşyar isimli yerel bir hekime çıraklık etmiş ama gözlem yeteneği
ile kısa zamanda yükselmiş, genç yaşında ünlü bir hekim olarak zamanın önemli kentlerinde çalışmıştır. Bu dönemlerde, diyabetli hastalara çeşitli tedaviler yapılarak, onların yaşamları
kısmen uzatılabildiğinden artık bazı komplikasyonları da gözlenmeye başlanmıştır. Nitekim İbn-i Sina döneminde, cilt komplikasyonları, gangrenler, parmaklarda sorunlar, görme yetisinin kaybı ve cinsel fonksiyon kayıpları gibi diyabete sekonder sorunlardan da bahsedilmektedir. İbn-i Sina“El Kanun Fi’t Tıb” (Tıbbın Kanunu) isimli kitabında gerçekten diyabet ve komplikasyonlarına önemli yer vermiştir. Diyabetle ilgili bunca tarihi gerçek bir yanda dururken aslında çok uzun bir tarihi sessizlik dönemine yani ortaçağa girilmiş ve 17.yüzyıla kadar, insanlık bu konuda çok kayda değer bir adım atamamıştır.
Bu bir bakıma bilimin, çok uzun bir süre dinin gölgesinde kalarak adeta kıpırdayamaması anlamını taşır. Zira tıp alanındaki gelişim için insan vücudu uzun yüzyıllar boyunca incelenemedi.
WILLIS’İN AÇTIĞI YENİ DÖNEM
17. yüzyılın ortalarına, Thomas Willis (1621-1675) , Oxford Üniversitesi’nde okuduktan sonra gerçekten dinin hâkimiyeti elden kaçırmamak için bilim ile en çok çatıştığı hengâmeli bir dönemde anatomiye merak saldı. Özellikle sinir sistemi anatomisinde kendisine çok borçluyuz çünkü Willis Poligonu gibi beyin ve kafa çiftleri ile omurilik anatomisindeki ilk temel bilgileri Willis ortaya koydu. Pharmaceutice Rationalis başlığı ile yazdığı kitapta, diyabetten söz ederken “pissing evil” terimini kullanmış, yıllar sonra Robert Tattersal da diyabetin tarihini yazdığında kitabına aynı ismi vermiştir: “Uğursuz İdrar.” Willis, takip ettiği hastalardaki bu tatlı idrar konusuna tekrar eğilmiştir. Muhtemelen daha önceki kaynaklardan belki kısmen haberdar olması nedeniyle ilk kez batı literatüründe diabetes terimini kullanmış ama bunun arkasına da “mellitus” yani ballı sözcüğünü eklemiştir. İdrarın bu tatlılığı hususunda, böbreklerden ziyade kanın sorunlu olduğunu düşünmüş ama bunu da çok şarap ve bira tüketimine ve fakat en önemlisi , üzüntüye ve sinirsel hastalıklara bağlamıştır. Hastalarına soğuk diyetler, süt, yumurtanın beyazı, ışgın (uçgun), tarçın, arap sakızı ve keçi sakızının (tragacanth) karışımı, pirinç, beyaz nişasta ve kıyılmış sebzenin yararlı olacağını belirten özel diyetler düzenlemiş ve zamanın birçok soylusunu da bu anlamda tedavi etmeye çalışmıştır. Willis, pek çok tıbbi konu ile uğraş vermiş çok saygın bir bilim adamıdır ama idrarın neden tatlı olduğunu çözemeden hayata veda etmesi belki de O’nun en büyük kaybı olmuştur. Bunu öğrenebilmek için aslında 100 sene kadar beklemek gerekti ve Liverpoool’dan Matthew Dobson (1732-1784) diyabetli idrarını kaynatınca geride kahverengi şeker kristallerinin kaldığını gördü.
İLGİNÇ OLAN…
Uğursuz idrarın esrarının çözümüne bir adım daha yaklaşıldı. Ne gariptir ki insanlık, 22 bin yıl boyunca tatlı olduğunu anladığı idrarın içindeki şeker kristallerine ulaşma macerasında, inanılmaz bir çaba, emek ve zaman sarf etmiştir. Üstelik bu çok bildik hastalığın nedeninin pankreas beziyle bağlantısının bulunması için nerdeyse 100 yıl daha beklenmiş 1800’lerin sonuna gelinmiştir… Bu da başka bir öyküdür.. Daha da ilginç olan; bu konuda bu topraklarda, tarihin derinliklerinde büyük emek vermiş olan Anadolu’nun çocukları Efesli Rufus, Bergamalı Galen ile Kapadokyalı Aretaeus ve daha nicelerinin ruhları gezinirken, yine bu toprakların evlatlarının dünya diyabet sıklığında başa oynamaya devam etmesidir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
1. World J Diabetes 2016 January 10; 7(1): 1-7 ISSN 1948-9358 (online) © 2016 Baishideng Publishing Group Inc.
2. https://en.wikipedia.org/wiki/History_of_diabetes
3. http://www.acikbilim.com/2012/12/dosyalar/farklidisiplinlerin-bilgini-ibn-i-sina-avicenna.html
4. http://www.tibbiyardim.com/galen-kimdir.html
5. Tıp Sanatının Anayasası Glaukon’a Tedavi Yöntemi. Galenos. Çeviri Nur Nirven . Pinhan Yayınevi, İstanbul.
Ophthalmology Life 35. Sayı