TÜRK ROCK MÜZİĞİ’NİN EFSANEVİ İSİMLERİNDEN BİRİ OLAN CAHİT BERKAY, YARIM ASRA UZANAN MÜZİK SERÜVENİNDE CEM KARACA, BARIŞ MANÇO, ENGİN YÖRÜKOĞLU, TANER ÖNGÜR, AZİZ AZMET GİBİ TÜRKİYE MÜZİK TARİHİNE KAZINMIŞ MÜZİSYENLERLE BİRLİKTE ÇALIŞTI. YAPTIĞI FİLM MÜZİKLERİYLE DE TÜRK MÜZİK TARİHİNE GEÇEN CAHİT BERKAY, HİÇ DURMADAN ÇALIŞMALARINI SÜRDÜRÜYOR.
Hollanda’da Mart ayının başında Art One Stüdyosu’nda efsane müzik grubu Moğollar’ın üyesi Cahit Berkay ve müzisyen arkadaşları 1970’li yıllara ait unutulmaz eserleri yeniden seslendirdi. Analog kayıtla yapılan albüm grubun 52 yıllık serüveninden de esintiler taşıyor. Moğollar’ın kurucuları arasında yer alan Berkay, Hollanda’dan dönüşünde kendini karantinaya aldı ve müzik çalışmalarına bu süre içinde de devam etti. Profesyonel müzisyen
olmanın en önemli şartlarından birinin sürekli etüt yapmak olduğunu belirten Berkay, “Parmaklar devamlı işler halde olmalı ki sahne performansı iyi, verimli olsun. İnsanlık adına zor bir dönemden geçiyoruz. Bu kaosu atlatırsak, canavar gibi bir müzisyen çıkacak evden. Sadece ben değil, bütün müzisyenler için böyle” diyor. Berkay’la 52 yıllık müzik serüvenine bir yolculuk yaptık.
Yeni albümünüzden bahseder misiniz?
Mart ayının başında Hollanda’nın Harleem kentindeki Art One isimli stüdyoda, Eylül ayında dinleyicilerle buluşacak olan yeni albümümüzün kayıt çalışmasını yaptık. Moğollar Grubu’nun 52 yıllık serüveninde ürettiği parçaların yanı sıra benim sinema filmlerine yönelik yaptığım müzikler ve 1970’li yıllara ait eserler bulunuyor. Moğollar Grubu’nun solistlerinden Cem Karaca’nın oğlu Emrah Karaca’nın seslendirdiği eserler de albümümüzün içerisinde
yer alıyor. Böylece, Emrah babasının 1972’de grubumuzla seslendirdiği parçaları 50 yıl sonra seslendirmiş oldu. Albümümüzde yer alan parçalardan biri “Gel Efendim Gel”.
Night Dreams’in yapımcısı olduğu albümümüzün klipleri Avrupa’da da yayınlanacak.
ANALOG KAYIT GERÇEĞE YAKIN
Albümünüzün kayıt çalışması nasıl gerçekleşti? Ne tür özellikler içeriyor?
Bünyesinde plak basım tesisi ve matbaa da bulunan Art One stüdyosunda, analog kayıt yapan 1960’lı yıllardan kalma plak kayıt cihazlarıyla bu albümü gerçekleştirdik. Oldukça
bakımlı olan bu cihazlar, dijital kayıt sistemine göre çok daha fazla sesin kendi orijinal tınılarını yansıtıyor ve kayıt doğrudan plağın kalıbına aktarılıyor. Canlı performansımızla
yaptığımız bu kayıtta şarkılar, peş peşe 10 saniye aralarla kayıt ediliyor. Başından sonuna kadar bütün parçaların eksiksiz çalınması gerekiyor çünkü, herhangi bir şarkıda hata
yapılması durumunda, bütün eserlerin yeniden seslendirilmesi zorunluluğu ortaya çıkıyor. Biz de grubumuzla birlikte dört günlük bir çalışmayla 16 parçanın kaydını gerçekleştirdik.
Bestelerinizi nasıl bir yöntemle yapıyorsunuz?
Bestelerim Türkiye’nin siyasal, toplumsal ve kültürel ikliminin izlerinin yanı sıra yaşam deneyimlerim ve birikimlerimin süzgecinden oluşur. Sevinçleri, hüzünleri, düş kırıklıklarını, hayalleri eserin temasına yansıtırım. Böylece, dinleyicinin kendi yaşamıyla bağ kurabileceği derinlikte bir beste ortaya çıkar. Bu yol, bir müzisyenin müzik üretim sürecini içerir, iç dünyasının çoğullaşmasıdır. Dolayısıyla, bestelerimi bir etüt çalışmasıyla gerçekleştiririm.
Etütlerim sırasında, genelde küçük müzikal cümleler kurmaya çalışırım. Bu benim tarzım. Çoğu zaman bu müzikal cümleler, müzikal bir kurguya dönüşür. Sonra üzerine söz yazarım.
Enstrümantal şarkıları bu şekilde hazırlıyorum.
Daha önce albümlerinizde yer alan, bizleri derinden etkileyen Ağrı Dağı Efsanesi ve Issızlığın Ortasında eserlerinizle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Sivas’ta 33 sanatçı ve düşünürün katledilmesi bir insan ve müzisyen olarak beni olağanüstü derecede etkiledi. Hissettiğim acının, umutsuzluğun ve öfkenin sonucuydu Issızlığın Ortasında. Son derece samimi ve gerçekçi bir nitelik taşıyordu o nedenle. Büyük usta Yaşar
Kemal’in 3 Anadolu Efsanesi isimli kitabı da bizleri o kadar etkiledi ki, O eseri okuduğumda, Isparta’da türkülerle geçen çocukluğumun da yön göstermesiyle kendi kültürümüze daha yoğunlaştık. Ağrı Dağı Efsanesi yolumuzu çizdi.
Film müziklerinizden söz edelim. Onlar için nasıl bir hazırlık söz konusu?
Sinema müziği özel bir alandır. Sinemanın kurallarına göre müziğin bestelenmesi önem taşır. Senaryoyu okuma, film izleme süreçlerinden sonra filmin hikâyesini özümsemeniz
gerekir. Bu hikâyenin içindeki duygusal değişimleri müzisyenin yakalaması çok önemlidir. Oyuncuların tavırları ve sahnedeki görüntüyle müziğin bütünleşmesi zorunludur. Sahneyi
izleyiciye daha iyi aktarmak için müzik önemli bir rol oynar. Dolayısıyla, o sahnenin duygusunu destekleyecek, kurgudan dışarı çıkmayacak bir müzik bestelemelisiniz.
1971 yılında Charles Cros Academy Ödülü’nü kazandınız. O süreci anlatır mısınız?
Moğollar Grubu olarak gitar, bas davul ve org gibi Batı müziği enstrümanlarını; bağlama, yaylı tambur, kabak kemane, davul ve kaşık gibi folklorik enstrümanlarıyla harmanladığımız bir müzik ortaya çıkardık. Anadolu Rock Müziği içerisinde yer alan bu soundla Fransa’da bir prodüksiyon şirketine müracaat etmemiz üzerine, plak teklifi aldık. 1970 yılında Paris’te yaptığımız albüm, Charles Cros Academy Ödülü’nü kazandı. Bu ödülü bir önceki yıl Jimi
Hendrix almıştı.
GEÇMİŞ VE GÜNÜMÜZ DEĞERLENDİRMESİ
50 yıllık müzik yaşamınız düşündüğünüzde yarım asırda müzik dünyasında neler değişti?
Moğolların sahneye çıktığı zamanlarda, müzik analog kayıtla yapılıyordu. Müzisyenler enstrümanlarını çok iyi çalmak, şarkısını çok iyi söylemek zorundaydı. Yoğun emek sarf
ediliyordu ve herkes kendini daha iyi bir noktaya taşımaya gayret ediyordu. Grup da çok iyi performans sergileyecek şekilde, yoğun prova günleri yaşardı. Ekonomik durumu iyi olanlar için bile enstrüman almak çok zordu. Dolayısıyla, müzik daha çok bilgi, yetenek, deneyim ve çalışmayı gerektiriyordu. Günümüzde ise dijital kayıtlarla albümler yapıldığı için özellikle pop müzikte gruptaki müzisyenlerin eş zamanlı olarak birlikte çalmasına gerek kalmıyor. Davulcu, basçı, gitaristin ayrı günlerde yaptıkları kayıtlar, bilgisayar üzerinden bir araya getiriliyor, detone sesler düzeltiliyor ve mekanik bir kurgu içerisinde kayıt gerçekleştiriliyor. Duygu yoğunluğu açısından da dijital kayıtlar analog kayıtların yerini tutamıyor.
Bugünün kahramanları doktorlar, sizin için ne ifade ediyor?
Doktorlarımız iyi ki var. 18 yıl önce sağ güzümden, 10 yıl önce de sol gözümden katarakt ameliyatı oldum. Her iki ameliyat da çok başarılı geçti. Gözlük kullanıyordum daha sonra lazer müdahalesi yapıldı. Şu anda hiçbir sıkıntı yaşamıyorum. Her yıl düzenli göz kontrollerimi yapıyoruz. Üç yeğenim de tıp doktoru. En büyük yeğenim Ömer Aytaç ortopedist eşi Esin Aytaç ise kadın doğum doktoru. Ortanca yeğenim Sadiye Eren kadın doğum uzmanı. 15 yıl Zeynep Kamil Hastanesi’nin başhekimliğini yaptı. En küçük yeğenim Berna Aytaç da diş hekimi. Doktorların yoğun olduğu bir ailenin mensubuyum.
Ayrıca, doktor arkadaşlarım, dostlarım var. Son derece saygı duyduğum bir meslek tıp doktorluğu. Size doktorlarla ilgili bir anımı da paylaşmak isterim: Ailemle Uludağ’da tatile çıktık. Zirveden önce bir yerde arabaya zincir taktırdım. Üç gün sonra dönüşte karın bittiği noktada, karanlıkta zincirleri sökmeye çalıştım ama başaramadım. Arkamızda bir araba durdu, bir beyefendi indi ve arabanın lastiğinden eliyle hemen çözdü zincirleri. “Afedersiniz, çok uğraştım ama bir türlü zincirleri çözemedim. Siz tek hamlede nasıl çözdünüz?” diye sordum. “Beyefendi, ben cerrahım” diye yanıtladı sorumu. Bu yanıt her şeyi anlatıyordu.
Doktorlarımız iyi ki var.