“Gözyaşından, mağdurun hangi duygu durumunda olduğunu, gözyaşlarının neden akmış olduğunu günün birinde söyleme olanağını mutlaka ele geçireceğiz… ‘Acaba kim, neden ağladı?’ sorusunun yanıtı verilebilecek.” diyen Prof. Dr. Sevil Atasoy, gelecekte parmak izinden yola çıkılarak failin robot resminin çizilebilmesinin ise adli tıpçıların en büyük hayali olduğunu belirtiyor.
Hepimiz Prof. Dr. Sevil Atasoy’a gazetedeki yazıları, kitapları ve kanıt dizisiyle aşina olduk. Çözülmesi olanaksız sanılan cinayetlerin aydınlatılmasında, failin bulunmasında uygulanan yöntemleri, kullanılan teknikleri “bizden biri” gibi anlatan Türk kriminoloji biliminin duayen isimlerinden Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Bağımlılık ve Adli Bilimler Enstitüsü Müdürü, Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu Üyesi Prof. Dr. Sevil Atasoy’la kariyerini ve A’dan Z’ye kriminolojiyi konuştuk.
Türkiye’nin “En Önemli Bilim İnsanı” ödülünü kazanan, kriminoloji laboratuvarlarının gelişimine katkı sağlayan bir isim olarak mesleğinizi seçmenizde babanızın etkisi oldu mu?
Doktora çalışmalarım sırasında Farmakoloji Hocam Prof. Dr. Alaeddin Akçasu “Biyokimya bu ülke için biraz lüks bir bilim dalı. Araştırmacıların çok fazla paraya ihtiyacı var eğer adli tıpla ilgilenirsen hem kimyacı hem de biyokimyacı olarak çok büyük faydan olur.” demesiyle mesleğime beni yönlendirmiştir. O dönemde; rektör yardımcısı, adli tıp ana bilim dalı başkanı ve adalet bakanlığı adli tıp kurumu başkanı olan babam Prof. Dr. Şemsi Gök’ün, 15 yıl birlikte çalışmamıza karşın mesleğimi seçmemde bana bir yönlendirmesi olmamıştır. Kendisi Tıp mezunudur, ben ise biyokimya okudum ve kariyerim biyokimya alanında gelişti. Babam adli tıp kurumu başkanı ben de kimya dairesi başkanıydım. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nde babam ilk müdür olarak görev yaparken onun müdür yardımcılığı görevini üstlendim. O, emekli olduktan sonra aynı kurumda kesintisiz 18 yıl müdürlük yaptım.
Şu andaki akademik çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Üsküdar Üniversitesinde rektör yardımcısı, bağımlılık ve adli bilimler enstitüsü müdürü olarak görev yapıyorum. Dört yıllık lisans eğitimi sunan bir üniversiteyiz. Türkiye’de vakıf üniversiteleri arasında ilk açılan adli bilimler bölümüne sahibiz. Mezunlarımızın bir bölümü resmî kurumlarda, bir bölümü özel kurumlarda, bir bölümü de ceza avukatlarının yanında çalışacak. Öğrencilerimiz KPSS’ye girdi, meslek kodları belli oldu. Öğrencilerimiz, bitirme projeleriyle balistik, olay yeri inceleme, DNA analizleri gibi farklı branşlarda mezun oluyor. Bunun yanı sıra, yüksek lisans ve doktora programımız var. Aralarında uzman hekimlerin, kimyacıların, fizikçilerin, biyologların, biyogüvenlikçilerin, hukukçuların, polislerin olduğu hemen her meslekten kişiler bölümümüze başvuruyor. Yüksek lisans ve doktorada, psikologları adli psikolojide, kimyacıları adli kimya ve toksikolojide, genetikçileri adli genetik ve biyolojide uzmanlaştırıyoruz. Suç önleme bizim için çok önemli bir alan. Herkese ciddi bir biçimde suç önleme ve denetleme öğretmeye çalışıyoruz. Ceza adaleti dalımızda yaptırdığımız yüksek lisansta denetimli serbestliği daha iyi işleyecek duruma getirmeye çalışıyoruz. Ayrıca yeniden suç işlemeyi önlemeye çalıştığımız projeler var. Kadına yönelik şiddet üzerine çalışmalarımızı yoğun şekilde sürdürüyoruz. Şu anda Covid-19’un aile içi şiddete etkisi yönünde çalıştığımız tezlerimiz var.
Adli tıp biliminde son dönemde göz üzerine yapılan çalışmalarda gelişmeler var mı?
Bir olay yerindeki biyolojik delillerin olağanüstü bir önemi vardır. Bu, sadece olayların yeniden canlandırılması (rekonstrüksiyon) dediğimiz bir uygulamaya hizmet etmez, aynı zamanda da objektif bir biçimde o olaya katılmış olan fail ya da mağdurun kimliklerinin ne olduğuna dair olağanüstü değerli bilgiler sunar. Alışılagelmiş biyolojik delilleri biliyorsunuz: Vücut sıvıları, kan, ter, tükürük, idrar, kusmuk, semen, burun akıntısı, dışkı. Bunların yanında gözyaşı da var. Gözyaşı olay yerinde, bir mendil üzerinde, yastık, çarşaf ya da giysi üzerinde olabilir. Elbette bunlar yaş şekliyle bulunmaz, kurumuş şekliyle bulunur ama ihmal edilir. Hâlbuki bizim için önemli bir biyolojik delildir. Burada önemli olan, olay yerini inceleyenlerin, orada gözyaşı dâhil bütün biyolojik delillerin bulunduğunu saptaması daha sonra da bunu nasıl koruyacağını, nasıl toplayacağını ve bir inceleme için laboratuvara nasıl gönderileceğini iyi bilmesi gerekiyor çünkü bu biyolojik deliller; bulundukları çevre koşullarına, başkaca biyolojik verilerle olan karışmasına, bulaşmasına ya da ne kadar zamandır o ortamda bulunduğuna bağlı olarak etkilenir.
Olay yerinde gözyaşını nasıl saptıyorsunuz?
Malum, biyolojik delillerin büyük bir kısmı çıplak gözle görülmez. Benzer şekilde, orada gözyaşı varlığını da çıplak gözle görmek mümkün değil ama birçok alternatif ışık kaynağımız var elimizde. Bunlar, orada bir biyolojik delil bulunduğunu bize gösteriyor. Her türlü şiddet ve cinsel saldırının gerçekleştiği olay yerinde, aynı zamanda gözyaşlarına da rastlamanın ne kadar mümkün olabileceğini elbette biliyoruz.
Gözyaşının üç çeşidi olduğu bilinen bir gerçek… Bunlar; bazal ya da refleks gözyaşı, bir toz ya da partikül girdiğinde oluşan gözyaşı ve nihayet acı, nefret, çaresizlik, mutluluk gibi duygu durumuna bağlı gözyaşıdır. Her üçü de her ne kadar kimyasal açıdan birbirinden çok farklı içerikteyse bunların DNA analizi yapılabiliyor ve kimlik tespiti yapılabiliyor. Kurumuş olsa bile gözyaşında çok ciddi bir şekilde DNA kaynağı var. Gözyaşı, diğer vücut sıvılarına oranla çok az miktarda olsa bile içinde çok sayıda iyon, protein, antioksidan, komponent bulundurur. Albüminin yanı sıra, lizozim, İAA, IgG gibi birçok enzimi barındıran kompleks yapı içerir.
CİNAYET AYDINLATILMASINDA GÖZ
Göze dayanarak aydınlatılmış cinayet örneklerinden bahseder misiniz?
Göz deyince aklımıza başka bulgular geliyor. Gözlük ve lens sayesinde aydınlatılmış olan çok ilginç cinayetler var, üstelik çok yeni hadiseler değil. 1920’lerde yaşanmış bir örnek anlatayım: Vaka, bir çocuğun işkence edilip öldürülmesiyle ilgilidir. Olay yerinde düşürdüğü gözlüğün çerçevesinden ve gözlük camlarının derecesinden yola çıkarak cinayeti şüphelilerden gözlüklü çocuğun işlediği kanıtlanmıştır.
Günümüzde ise gözlüğün çerçevesinin burun köprüsü üzerinde ya da kulağa geçen kısımlarında bulunan terin çok zengin bir DNA kaynağı olduğunu biliyoruz. Gözlüğün kime ait olduğunu anlamak şimdilerde tabii daha kolay…
Lens sayesinde aydınlatılmış bir başka olay var ki bu da 1970’lerde gerçekleşiyor. Fail, öldürmüş olduğu ya da öldürdüğünden şüphelenilen mağduru hiçbir şekilde otomobiline bindirmediğini, onu kaçırmadığını iddia etmişti. Hâlbuki arka koltukta, kadının lenslerinden bir tanesini bularak olayı çözdüler. Olaya ait tek bir kıl, saç gibi başka hiçbir delil yoktu. Üstelik lensin yarısı yırtılmıştı.
Lensle aydınlatılan başka bir olay ise şöyle: Adam karısını bıçaklayarak öldürür fakat “Uyuyordu, ben eve geldiğimde ise ölmüştü.” diye kendini savunur. Her ikisi de 20’li yaşlarda sporcudur ve altı aylık bir çocukları vardır. Adamın iddiası “Top oynuyordum, eve döndüm, yukarı çıktım, karım yatakta kanlar içerisindeydi…” diye başlıyordu.
Olayı da polise kendisi bildirmişti. Bu, aydınlatılamamış bir cinayetti. Aşağı yukarı on yıl boyunca failin kim olduğu bulunamadı. Her zaman için şüpheli olan adamın aleyhinde hiçbir delil yoktu. Kadın defnedildikten on yıl kadar sonra dosya yeniden açıldığında bir polis, olay yerinin fotoğraflarını inceledi. Polis, kadının yatağının başucundaki komodinin üzerinde açık bir lens kutusu olduğunu gördü.
Adamın anlatımı ise karısının gece yatarken her zaman lensini çıkardığı ve başucundaki kutuya koyduğu şeklindeydi. Bütün akrabaları ve tanıdıkları da kadının hiçbir zaman lensle uyumadığın söylemişti. İşte buradan şüphelenilerek cenaze yeniden açıldı ve kadının gözlerinde lenslerin hâlâ bulunduğu görüldü. Adam bu gelişmeler üzerine karısını kendisinin öldürdüğünü itiraf etti.
Bu, çok önemli bir olay… Bize şunu öğretiyor: İleri derecede çürümüş cesetlerde dahi gözdeki lens kalabilir. Birinin yalan söylediğini de bize gösterebilir.
Karakteristik gözlerde öne çıkan bir unsur var mı?
Kimi zaman gözlerde bazı doğuştan kusurlar oluşur. Renk değişikliği olan yani bir gözü diğerinden farklı renge sahip kişiler olduğu gibi gözünün bir bölümünün tamamen renksiz olduğu görülen kişiler de vardır. Bu tür kusurlar, suçlu tespitinde, aranmasında kullanılabilir. Portekiz’de kaçırılan Madeleine McCann isimli İngiliz küçük bir kız çocuğu, tatil yöresinde kayboldu. 2007’den beri bu kız çocuğu aranıyor, tabii şimdi büyüdü ama gözlerinde çok karakteristik bir kusur var. Yaşı ilerlediği için yüz yaşlandırma, yeniden yüzlendirme çalışması yapılıyor. Bu göz, mutlaka farkına varılabilecek bir özellik taşıdığı için dikkat çekiyor.
Göz bebekleri bu açıdan bir kanıt oluşturuyor mu?
Bazı ilaçların, uyuşturucu maddelerin göz bebeklerini büyüttüğünü ya da küçülttüğünü biliyoruz. Horizontal Gaze Nystagmus Testi, soldan sağa doğru yatay yapılır. Bazı ülkelerde, yüzde yüz güvenilir olmamakla birlikte polislerin trafik kontrolleri sırasında kişinin bir madde kullanıp kullanmadığını anlamak için uyguladıkları bir yöntemdir. Hem bir düz çizgi üzerinde yürütme hem göz bebeklerinin büyüklüğüne bakma hem de göz hareketlerinin düzgün olup olmadığını inceleme yöntemi özellikle Amerika’da 20 yıldır kullanılıyor. Böylece kokain, eroin, esrar gibi maddelerin kullanılmadığı ortaya çıkarılabiliyor.
Gözlük derecelerine ait datalar failin bulunmasında çok yardımcı oluyor mu?
Gözlük derecelerinden yola çıkarak da olayları çözmek mümkün. Mesela Amerikan ordusunun Vietnam’da, Afganistan’da ya da Kore’de ölen askerlerinin kimlik tespiti yapılabilmiştir çünkü ordu mensuplarının camlarının her biri kayıt altında. Türkiye’de ortak bir veri sistemi yok, göz hekimine gittiğinizde gözlük reçeteleri ortak bir veri tabanında tutulmuyor. Kimi insanlar da yıllar önceki bir reçeteye göre hâlâ gözlük takmaya devam ediyor. Türkiye’de böyle bir sağlık bilinci ve data elimizde bulunmadığı için bundan istifade etmek mümkün olmuyor ama kimi ülkelerde hakikaten çok ciddi veri tabanı var. Kişinin gözlüğünü bulduğunuzda kimliğini tespit edebiliyorsunuz çünkü yüz binleri aşan kişinin reçetesinde bir kişinin her iki cam numarasının başka biriyle aynı olma olasılığının yok denecek kadar az olduğu görülebiliyor. Bir gözün numarası diğer bir kişiyi tutabilir, buna mukabil her ikisinin de göz numarasının birbirini tam olarak tutan iki kişiyi bulmak hakikaten çok ender görülen bir şey. Özellikle miyop, hipermetrop olan kişilerin gözlüklerinin bir veri tabanında tutulması tabii ki bir fayda sağlar.
MASUMİYET PROJESİ
Görgü tanıklığında gözün rolü ve göz odaklı çalışmalar nelerdir?
Bir şiddet suçu nedeniyle mahkûmiyet almış olanlar için yürütmekte olduğumuz Masumiyet Projesi isimli uluslararası bir çalışmamız var. Mahkûmun dosyasında hâlâ biyolojik bir delil varsa, o günün koşullarında yeterince analiz yapılmamış ya da DNA analizi yoksa yapılması ve dosyanın yeniden değerlendirilmesi üzerine yola çıkılan bir proje. Cezaevindeki kişiler başvurabiliyor. Cezaevi savcılarının izni doğrultusunda dosyalar yeniden inceleniyor, iadei muhakeme alınmasına çalışılıyor.
Türkiye ile ilgili istatistiki bilgiler elimizde yok ama verilerine sahip olduğumuz ülkeler bulunuyor. Mesela ABD’de bildiğimiz kadarıyla son yıllarda, aralarında idam mahkûmlarının da bulunduğu iki yüz kadar kişinin hüküm giyme nedenlerini incelediğimizde bunların dörtte üçüne denk gelen yüzde 70’inde bir ya da birkaç görgü tanığının bulunduğu ve bu tanıkların, aldandığı görülüyor. Bu noktada yapılan büyük hatalardan biri, görgü tanığının yanlış kişiyi işaretlemesi. Şüphelenilen kişinin başka kişiler arasındaki ya da katalogdan insan fotoğraflarını görgü tanığına gösterip “Hangisi?” diye sorma esnasında yanılma oluşuyor. Bu yanılgıların kaldırılması için değişik çözümler aranıyor.
Bu noktada ne tür yöntemler izleniyor?
Söz gelimi soruşturma ekibi tarafından eye-tracking dediğimiz göz izleme teknikleriyle şüpheliyi işaretleme işleminde bilgisayardan yararlanılıyor. Şöyle bir yöntem izleniyor: Görgü tanığının gözünün hangi kişinin fotoğrafı üzerinde daha fazla durduğu, hangi kişiye tekrar döndüğü, tanığın o sırada gözlerini ne sıklıkta kırptığı ve de göz bebeklerinin ne oranda büyüyüp küçüldüğü gibi birtakım parametrelerle görgü tanıklığı güvence altına alınmaya çalışılıyor.
Kişilerin yalan söyleyip söylemediğini anlamak için de göz kırpma sayısı ve frekansın ölçülmesinde yapay zekâ ve öğretilmiş bilgisayarlar kullanılıyor. Gözümüzü aşağı yukarı dakikada 10 kez kırptığımız bilinen bir gerçek. Yalan söyleyenlerde bilişsel yoğunluk daha fazla olduğu için bu sayının azaldığı ya da arttığı biliniyor. Bu bulgular henüz, tam olarak bilimsel nitelik kazanmış olmasa da bir failin sorgusu sırasında önemli bilgiler sunuyor. Örneğin faile bilgisayar ekranından, kullanma ihtimali olan silahlar ya da cisimler gösterildiğinde tabancayla ateş ederek öldürdüyse gösterilen bıçak, çekiç, testere gibi değişik cisimlere göre kullanmış olduğu alete daha dikkatli ve uzun süre baktığı da tespitlerin arasında bulunuyor.
Bazı bilim kurgu film sahnelerinde olduğu gibi ölen kişinin son gördüğünü tespit etmek günümüzde mümkün mü?
Ölen kişinin son gördüğü görüntülerin gözünde bir fotoğraf gibi bulundurması düşüncesi ve bundan yararlanarak son gördüğü kişinin yani katilin bulunabileceği hayali aslında çok eski. Bu düşünce ilk defa 1870’lerde ortaya çıkarılmış hatta tavşanlarla bunun üzerine yapılmış olan deneyler var. Öldürülen tavşanın gözü incelendiğinde, tutulduğu kafesin çizgilerinin beyaz şekilde görüldüğünü iddia etmiş araştırmacılar ama daha sonra bunun mümkün olamayacağı görülmüş. İngilizlerin Meşhur Karındeşen Jack’ini tespit etmek için “Böyle bir çalışma yapabilir miyiz, ölen kadınların gözlerinde faili bulabilir miyiz?” diyerek birtakım araştırmalar da yapılmış ama sonuca ulaşılamamış. Ölülerin gözlerindeki görüntüye optogram deniyor. Şimdilik bu düşünce, sadece bir hayal… Bununla birlikte göz içi potasyum konsantrasyonundan yola çıkarak ölümden sonra geçen zamanın belirlenebildiğini biliyoruz. Kriminoloji açısından göz olağanüstü değerli bir organ…
Gelecekte çok önemli bir yer edinecek çalışmalar sizce neler?
“Gözyaşından mağdurun hangi duygu durumunda olduğunu, gözyaşlarının neden akmış olduğunu günün birinde söyleme olanağını mutlaka ele geçireceğiz.” diye düşünüyorum. Parmak izinden yola çıkarak failin robot resmini çizebilmek ise en büyük hayalimiz. Göz renginin, saç renginin DNA analizleri ile olay yerinde bulunan bir cinayet silahının üzerindeki parmak izinin karşılığı hiçbir veri tabanında yok. DNA profilini de elde ediyorsunuz ama kime ait olduğunu bulamıyorsunuz. Bu yüzden parmak izinden robot resmi çıkarmak devrimsel bir gelişme olacaktır.
Peki, parmak izinden göz tespiti yapılabiliyor mu?
Suçla mücadele edenlerin başlıca hedefi budur. Adım adım, aşağı yukarı 10 yıldır bu konuyla ilgili yapılan incelemeler var. Parmak izinden göz rengi tespit edilebiliyor artık. Ayrıca cilt rengi de tespit edilebiliyor, açık ya da koyu tenli, siyahi olup olmadığı, ırkı, coğrafi bölgesi tespit edilebiliyor. Saç boyandığı için soruşturmaya çok faydası yok. Benzer şekilde renkli lenslerle istenilen renk elde edilebiliyor. Çıplak gözle bakıldığında lens takılıp takılmadığı anlaşılmaz. Buna rağmen bütün bu bulgular, geleceğin soruşturmalarını yönlendirecek.
Cinayet soruşturmalarında parmak izinin rolü nedir?
Parmak iziyle ilgili bulgular da oldukça heyecan verici. Parmak izi çok ciddi bir DNA kaynağıdır. Yarım bir parmak izi ya da çok zor bir zemin üzerinde, görünürlüğü zor elde edilen bir parmak izinden bile DNA analizi yapılabiliyor. Parmak izinden, kişinin uyuşturucu maddeye dokunup dokunmadığı, kullanıp kullanmadığı anlaşılıyor. Metabolik de bulmak mümkün. Dolayısıyla parmak izleri çok değerli… Şimdilerde suç işleyecek olanların eldiven kullandığını düşünürseniz parmak izi bulma şansı giderek azalıyor ama eldivenlere ter bulaştığı için DNA’lar ortaya çıkartılabilir. Eldivenlerin dokunduğu yerde bırakmış olduğu çizgilerden de faili bulmak mümkün olabiliyor. Bu arada, tek yumurta ikizinin dahi farklı bir parmak izi olduğunu söyleyebilirim. Suda uzun süre kalmış cesetlerden bile parmak izi alınabilir. Cinayet silahı suya atılmış olsa bile üzerinden parmak izi elde edilebilir. Parmak izi zamana ve koşullara dayanıklıdır.
Parmak izinin ne zaman bırakıldığı bulunabiliyor mu?
Parmak izinin bir yüzey üzerine ne zaman bırakıldığı konusu hâlâ kesinlik kazanmamıştır. Biz parmak izinin yaşını henüz bulamıyoruz ama üzerine toz biriken parmak izlerinin çok yeni olmadığını anlayabiliyoruz. Kanlı parmak izi, aynı biyolojik örnek üzerinde hem faili hem mağduru bulmayı sağlayabilir. Öldürülen kişinin kanıyla birlikte teşhis edilir. Tabii şüpheli “Geldiğimde yatıyordu, yaşıyor mu diye nabzını almak için dokundum elim öylece kanlandı, o yüzden benim kanlı parmak izim çıktı.” diye kendini savunabilir. Bir bıçak üzerinde parmak izini bulursunuz, aynı bıçak üzerinde de mağdurun kanını bulursunuz ve “Bunu sen tuttun.” dersiniz. O da “Ben geldiğimde bıçak ordaydı, elime aldım tuttum.” şeklinde kendini savunabilir. Parmak izinin yaşının bulunması çok önemli… Bu konuda henüz araştırma safhasındayız.
Retinayı da parmak izine benzetebilir miyiz?
Retina da biyometrik bir özelliğimiz. Retinayla kapıları açıyoruz ama kişi göz ameliyatları geçirilebildiği için önemli olan, o güzün canlı mı, ölü mü olduğunu tespit etmek. Ölenlerin gözlerinin de kullanılarak kapılar açılmaya ve yüksek güvenirlikli yerlere girilmeye çalışılmıştır ama şu anda o sorun ortadan kalktı. Canlı ya da ölü gözü de tespit edebiliyoruz. Buna karşın kapı girişlerindeki parmak izinin canlı ya da ölü olduğu tam olarak ayırt edilemiyor.
Kriminoloji alanının özellikleri nelerdir?
Kriminolojinin iki özelliğine dikkat çekmek istiyorum: Bunlardan biri, nedensellik ilişkisi bulmaya çalışmamız. Elimizde ufak ipuçları var ve buradan bir büyük resme gitmek istiyorsunuz ya da büyük bir resmi görüyorsunuz, bir olay yerini ve burada ne olduğunu geriye doğru bulmak istiyorsunuz. Cinayeti kimin işlediğinin, neden yaptığının cevabını arıyorsunuz. Kimi zaman normal bir beynin düşünemeyeceği kadar şiddet içerikli olaylarla karşılaştığınız zaman “Bunu neden yaptı acaba, akıl hastası mı? diye soruyorsunuz mesela. Hâlbuki çok büyük bir kısmı akıl hastası değil, insan öldürenlerin. İkincisi ise kriminolojinin her hâlükârda takım oyununu, birlikte yüksek sesle düşünmeyi gerektiren bir alan olması. Bazı ülkelerde, ders olarak çok küçük yaşlardan itibaren adli bilimlerin değişik alanları öğretiliyor. Mesela el yazısı öğretiliyor. “Sen böyle yazıyorsun, başkası böyle yazıyor. İkisi arasında fark var.” denilerek karşılaştırma yapmaları sağlanıyor. Ders olarak okutulması gereken bir alan… Hem sözel hem sayısal düşünmeyi artıran gelişmeye açık bir içeriğe sahip.