TÜRK CUMHURİYETLERİ OFTALMOLOJİ DERNEĞİ “TCOD’’ GENEL BAŞKANI PROF. DR. ÖNER GELİŞKEN’LE GERÇEKLEŞTİRDİĞİMİZ PORTRE RÖPORTAJI KAPSAMINDA; ÇOCUKLUĞUNDAN BAŞLAYARAK, EĞİTİM HAYATI, YURT DIŞINDA GÖZ HASTALIKLARI İHTİSASI YAPAN TÜRKİYE’DEN İLK KİŞİ OLMASI, KALBİ DURDUĞUNDA MESLEKTAŞLARININ ÇABASIYLA HAYATA GERİ DÖNÜŞÜ VE DAHA BİRÇOK DÖNÜM NOKTASIYLA BİRLİKTE DOĞAYLA İÇ İÇE GEÇMİŞ YAŞAMI HAKKINDA GÖRÜŞTÜK.
Kendinizi birkaç kelime ile nasıl tanımlarsınız?
Bir insanın kendisini tanımlamasının çok zor olduğunu düşünüyorum. Başkalarının beni tanımlamasının daha yararlı olduğunu düşünüyorum. Bu soruyu size sorduğumu düşünün, herhâlde siz de aynı zorluğu çekerdiniz. Şöyle söyleyeyim, en önemli özelliğim, çok tez canlı bir insan oluşum ve hızlı karar alma isteğiyle yanıp tutuşmam. Buna eskiler daha çok heyecanlı mizaçlı, derdi. Bu huyumdan pek memnun değilim açıkçası ama yararı olduğu zamanları da çok gördüm. Sakin olmaya çaba gösteriyorum ama ne kadar çaba göstersem de tez canlılığım ön planda olmaya devam ediyor. İnsan, mizacını pek değiştiremiyor.
Çocukluğunuzdan bahseder misiniz?
Doğumum tatsız bir şekilde olmuş. Annem, Almanya’da doçentlik tezini hazırlarken nöropsikiyatri uzmanı olan babamı ben doğmadan iki ay önce kaybetmiş. Babasız bir çocuk olarak dünyaya geldim ama babasızlığı hiç hissetmedim. Dedem o dönem, Ziraat Okulu’nun müdürüydü. Dedemin evinde, annemle ve ananem ile birlikte çok güzel bir çocukluk dönemi geçirdim. İlkokulu Bursa’da okudum. Dedem çok kültürlü bir insandı, dizinde otururdum, elinde Stern dergisi fotoğraflarıyla dünyada olup bitenleri anlatırdı. Yaşantımda ufkumun gelişmesinde dedeciğimin çok yararı olmuştur. İlkokulu bitirdikten sonra yabancı dil öğrenmemin sağlanabilmesi için Ankara’ya taşındık. Orada TED Maarif Koleji’ne yazıldım. Annem tüm zorlukları göğüsledi. Ortaokul çok güzeldi fakat son sınıfa geldiğimde biraz da ekonomik nedenlerden dolayı annem beni kolejde okutamayacağını söyledi. O yıl Ankara Fen Lisesi Sınavı’na girdim. Sınavda oldukça başarılı olduğumu düşünüyordum ama annem, gazetede yayınlanan listede adımı kazananlar isim listesinde göremeyince şaşkınlık yaşadı ve üzüntüsünü gizleyemedi. İlk mahcubiyetimi o dönemde yaşadım.
Lise eğitiminizi belirleyen etkenler neler oldu?
Bir aile yakınımız Robert Koleji’nde burslu okuyabileceğimi söyleyince sınav için başvurduk ve çok iyi bir puanla kazandım. Robert Kolej’de yatılı burslu olarak eğitim gördüm. Üstelik hafta sonları zengin bir fabrikatör çocuğu bir arkadaşım ile beraber okul müdürünün arabasını yıkayarak, bazı akşamlar da Amerikalı hocaların evlerinde çocuk bakıcılığı yaparak epey para kazanıp İstanbul’da paşalar gibi yaşıyorduk. Hayatımın dönüm noktalarından biridir Robert Koleji’nde okumak. Robert Koleji’ni kazandığım zaman, Lisedeyken TÜBİTAK’ın açtığı bir yarışmaya Haliç kirlenmesiyle ilgili bir proje ile katılmıştık. Yarışmada Ankara Fen Lisesi’nden arkadaşlarım “Neden fen lisesine gelmedin?” diye sordu. Kazanamadığımı söyleyince arkadaşlarım, sınavı kazandığımı, ismimin gazetede yanlışlıkla Ömer Çalışkan olarak yer aldığını belirttiler. Bu durum, yaşantımda çok belirleyici oldu. Robert Koleji’nde okumuş olmam, başta iki dil olmak üzere bana çok farklı kazanımlar sağladı.
Tıp fakültesini nasıl tercih ettiniz?
Tıp fakültesinde okumayı hiç düşünmüyordum. İdealim, çevre mühendisi olmaktı. Amerika’daki NorthWestern Üniversitesi’nden burs almama karşın ailevi sorunlar nedeniyle annemi yalnız bırakmak istemedim. O dönem, ODTÜ’ye merkezi sınav sisteminden ayrı bir sınavla giriliyordu. Her iki sınava da girdim. ODTÜ’de, çevre mühendisliğine en yakın olarak gördüğüm kimya mühendisliği bölümünü kazandım ve eğitime başladım. Birkaç ay sonra ise merkezi sınav belli oldu ve oldukça yüksek bir puan aldığımı öğrendim. Bir gece yatarken hiç görmediğim ve dayıcığımın çok sitayişle bahsettiği babamı düşündüm. Sabah kaktım, diplomamı ODTÜ’den aldım ve Hacettepe Tıp Fakültesi’ne yazıldım. Akşam eve gelip, “Hacettepe Tıp Fakültesi öğrencisi oluyorum.” dediğimde herkes çok şaşırmıştı. Hayatımdaki ilginç dönüm noktalarından biri budur.
GÖZ HEKİMLİĞİNE GEÇİŞ
Göz hekimliği branşını nasıl seçtiniz?
Hacettepe Tıp Fakültesi, benim ufkumu açan ikinci eğitim kurumu oldu. Çok değerli hocalar vardı. Ülkemizin o dönemlerde yaşadığı tüm olumsuz ekonomik şartlara rağmen eğitim kalitesi çok yüksek bir eğitim görmekteydik. Öğrenciliğim sırasında, toplum hekimliğinin destansı hocası Prof. Dr. Nusret Fişek’in, koruyucu hekimliğin önemi konusundaki düşünceleriyle toplum sağlığı hekimi olmayı planlamıştım. Toplum hekimliği stajlarında, sürekli kırsal kesime gidip çocukları aşılıyorduk, gebe kadınları kontrol ediyorduk, doğum kontrollerini sağlıyorduk. Çok sevmiştim. Büyük başarılar elde edilebiliyordu. Üniversitenin üçüncü sınıfında, Uluslararası Tıp Öğrenci Federasyonu aracılığıyla staj için Yugoslavya’dan burs kazandım. O yıl, yaz tatilinde, Alanya’da tanıştığım o zaman arkadaşım olan şimdiki eşimin de etkisiyle Yugoslavya’dan kazandığım bursu, Belçika’da kardiyoloji bölümüne dönüştürdüm. Belçika’da staj yaptım. Ertesi yıl, eğilimim çok yakın bir arkadaşımın etkisiyle göz hastalıkları branşına kaymıştı. Hacettepe Üniversitesinin kurucusu Rahmetli Prof. Dr. İhsan Doğramacı, pediatri stajında üstün başarı alanlara burs vermişti. İskoçya’da Glasgow beldesindeki bir çocuk hastanesinde bir aylık staj hakkı kazandım. O staj için ayrılan paranın bir kısmını biriktirip dünyanın o dönemde Belçika Gent şehrinde en meşhur göz hastalıkları hocası Prof. Jüles François’in kliniğinde elektif stajımı bir ay süreyle yaptım. Göz stajının bitip ayrılacağım gün Prof. François bana “Benim asistanım olur musun?” diye sordu. “Olurum ama burs ihtiyacım var.” dedim. O da “git, bana mektubunu yaz.” dedi. Döner dönmez mektubu gönderdim ve hemen olumlu yanıt geldi. Dünyalar benim olmuştu. Rahmetli Tanju Fırat Hocamız da beni göz ana bilim dalında asistan olarak istiyordu fakat hem kız arkadaşımın Belçikalı olması hem dünyanın en önemli göz kliniklerinden birinden ve Prof. François’ten teklif almış olmam nedeniyle ihtisasımı burs alarak Belçika’da yapmayı uygun buldum. Böylece göz ana bilim dalında, Türkiye’de ilk defa yurt dışında ihtisas yapan göz doktoru oldum.
DÖNÜM NOKTALARI
Belçika’da ihtisasınızı gerçekleştirmek size neler kazandırdı?
Uluslararası bir klinikte ihtisas yaptım. Belçikalı asistanların yanı sıra San Salvador, Arjantin, Brezilya, Zaire, Tunus, ABD ve Irak gibi dünyanın birçok ülkesinden asistan ve farklı alanlarda ihtisas için gelen uzmanlarla birlikte çalışma olanağımız oldu. Farklı kültürlerin ne kadar güzel bir şekilde kaynaşabileceğini gördüm. Klinikte çok iyi bir arkadaşlık vardı, ufak tefek ayırımcılık tepkilerine rağmen önemli bir sıkıntı yaşamadım; hocam birinci yıl sonunda benim diğer Belçikalı asistanlar gibi ödeme alabilmemi sağladı.
En büyük şansım özgün konularda çok donanımlı, dünyaca tanınmış hocalardan eğitim almamdı. Özellikle retina hastalıkları kliniğin ağırlıklı konusu idi. Retina ile birlikte vitreoretinal cerrahi ve ön segment cerrahisi konularında Avrupa’daki sayılı merkezlerden birisiydi. Üç yıllık ihtisasımı 1982’de bitirdim. Klinikteki çalışmam, bir yıl da retina konusuyla
ilgili araştırmalarım için uzadı. O sürede ultrasonografi, ERG, renk görme ve anjiyografi konularında yoğunlaştım. Ondan sonra karar verme aşamasına geldim.
Türkiye’ye geri dönmeye nasıl karar verdiniz?
Hırslı bir kişiliğim vardı, şöyle ki hırsım, Türk hekiminin çağdaş oftalmolojide başarılı ve iddialı olabileceğini kanıtlamaya yönelikti. Bir gün Antwerpen Türkiye Başkonsolosumuz beni Brüksel’de yemeğe davet etti. Akşam güzel bir sohbet ettik. “Ne düşünüyorsunuz?” diye sordu. “Türkiye’ye dönmeye eğilimim var.” dedim. “Neden?” diye sordu, cevap veremedim. Bana “Bak, sen Belçika’nın vatandaşı ol. Türk olarak kendini göster. Ülkene daha çok yararın olur.” dedi. Bu sohbeti hiç unutmuyorum fakat benim Türkiye’de bir üniversiteye geçme isteğim çok yoğundu. Türkiye’ye geçip burada gelişmeyi ve kendi insanıma öncelikle hizmet etmeyi uygun buldum. Yetiştiğim Üniversite yıllarının idealist ortamının, Türkiye’ye dönüş kararımda etkisi oldu sanırım. 1983 yılında Türkiye’ye geldim, Uludağ Üniversitesi’nde birkaç ay çalışıp tezimi bitirip uzmanlık sınavını alıp ihtisasımı onaylattım. Bu dönemde öğretim üyesi olmamla ilgili bir davet aldım. Çok sevinmiştim, tekrar dönerek yaklaşık 6 ay daha Belçika ve İsviçre’de çalışmalarımı sürdürdüm, lazer konusunda eğitim aldım.
Kadrom ilan edilip Türkiye’ye yeniden döndüğümde 1984 yılında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Rahmetli Doç. Dr. Erhan Yöney yeni ayrılmıştı. O dönem tek öğretim üyesi olan Prof. Dr. Hikmet Özçetin Hocamızla birlikte yardımcı doçent unvanıyla ikinci öğretim üyesi olarak göreve başladım. Bir hafta sonra ana bilim dalı başkanı oldum. Çok şaşırmıştım. Hocanın muayenehanesi olduğundan bu görev zorunlu olarak bana verilmişti. Daha sonra çok değerli meslektaşlarım Haluk Ertürk, Ahmet Özmen, Ali Yücel ve Remzi Avcı ekibimize katıldılar ve kliniğimiz büyüdü. Uludağ Üniversitesi’nin kalkınması için elimizden geleni yaptık. Çok eksikliğimiz olmasına rağmen elimizdeki tüm olanakları en iyi şekilde verimli kılmaya çabaladık. Ana konum olan retina hastalıkları konusunda elimizdeki Xenon fotokoagulatörü ile bile çok sayıda hastamızı baraka bozması odalarda başarıyla tedavi edebildik. Lazer alımının sağlanması amacıyla Belçika’dan hocamı çağırdım ve bütün idarecilerin de olduğu bir bilimsel toplantıda Prof. J. J. Delaey lazer tedavisinin önemini ve gerekliliğini anlatan bir konuşma yaptı. Sonuç elbet yüz güldürücü oldu. O dönemde klinik arkadaşlar ve asistanlarımızla birlikte çok yoğun çalıştık. Göz kliniğimiz demokratik bir ortama sahipti. Kürsü kurullarında ve çalışma hayatımız sürecinde asistan, uzman ve hocalara düşüncelerimizi rahatlıkla ifade edebiliyorduk.
Özel hasta gelirlerimiz hakkaniyete uygun bir şekilde personel, uzman, Y. Doçent, Doçent ve Profesör arasında dağıtılıyordu. O dönem ile gurur duyuyorum.
Evliliğiniz de o dönem oldu sanırım?
Uludağ Üniversitesi’nde öğretim üyeliği daveti geldiği zaman Belçika’da idim. Birlikte olduğum kız arkadaşımla geleceğimizi ülkemde kurmayı kararlaştırdık. Dönme hazırlıklarına başladık, olabilecek en hızlı ve ucuz yoldan Gent Belediye Sarayı’nda bizim gibi ucuz yolu seçmiş bir sürü diğer çiftle beraber Belçika Gent şehrinde evlendik. Öğleden sonra ben hastanede çalışmaya gittim.
Türkiye dönüşümüzde doğal olarak ekonomik gücümüz sınırlıydı. Bir süre Anneciğimin evinde kalıp, babamdan miras avlulu bir Osmanlı evini restore edip yerleştik. İlginçtir, tüm zorluklara karşın ne ben ne de eşim tarafından, bir gün dahi yaşamımızla ilgili geçim sıkıntısı söz konusu olmadı. O kadar mutluyduk ve güzel bir süreç yaşıyorduk ki bunlar sorun bile değildi. O dönemde kısıtlı ekonomik şartlara rağmen iyi yaşıyorduk. O dönem temiz olan denizimizde yüzebiliyorduk.
Çok sevdiğimiz balığımızı sıkça yiyebiliyorduk. Benzin ucuzdu. Yabancı plakalı arabamızı getirmiştik Belçika’dan. Beş yıl yabancı plakalı arabayla dolaştık. Parasal gücün çok önemli olmadığı, değerin saygınlık olduğu bir dönemde yaşadık. Bursa ve çevresinin muhteşem güzelliklerini doyasıya yaşadık, hâlâ bu şekilde yaşamak için çaba gösteriyorum ama ne yazık ki toplumun değer yargıları değişti ve doğanın heba edilmesi çok yaygınlaştı.
Akademik kariyeriniz nasıl ilerledi?
1988 yılında, 33 yaşında doçent oldum. 1993’te ise henüz 38 yaşında profesör oldum. Profesör olma hikâyem ilginçtir. O zaman profesörlüğe senato karar veriyordu. Dosya hazırlanıyor, senatoya veriliyor, jürilere dağıtılıyordu. O jüriler değerlendirme yapıyor, değerlendirme senatoya ulaşıyordu. Senato tekrar toplanıyor, jüri raporlarını inceliyor, ondan sonra da karar alıyordu. Saat 19.00’da ben hâlâ lazer odasında hasta muayene ediyordum. Kapı çalmış, Rektörümüz Prof. Dr. Ayhan Kızıl gelmişti. “Öner Bey, çalışıyor musunuz bu saatte?” diye sordu. “Hocam, hoş geldiniz.” dedim. “Gel bakayım, seni bir kucaklayayım.” dedi. Kucakladı ve şunu söyledi: “Senatoda senin hakkında konuştuk. Beni çok mutlu ettin. Çok güzel şeyler söylendi. Jüri de çok güzel karar vermiş. Seni kutlamaya geldim. Profesör oldun.”
Bunu hiç unutmuyorum. Hoca’ya bakakalmıştım. Rahmetliyi saygıyla anıyorum. Böyle bir sıcaklık ve güzellik vardı o zamanlar. Bu, beni çok duygulandırmıştı.
Mesleki anlamda ilham aldığınız kişiler var mı?
Bizim için en büyük ilham kaynağı Atatürk olmuştur. O, ufkumuzu belirleyen kişi, babamızdır. Ayrıca Hacettepe Tıp Fakültesi’nde onun sayesinde yetişen hocalarımızdır. Hepsi benim için çok önemlidir. Hepsi ağabeylik, hocalık yapmıştır. Onun dışında yurt dışına gittiğimde kendi ilgi alanım olan konuda, retinada, dünyanın en önemli göz hocalarını tanıma fırsatı buldum. Büyük bir kısmı son derece mütevazı ve yakınlaştığınızda size arkadaş olabilen insanlardı. Güvendikleri zaman size tüm kapılar açılırdı. Hiç unutmam Prof. August Deutman Hollanda’da kaldığım sürede Suudi Arabistan kralı tarafından çağrılınca yaklaşık bir hafta boyunca onun özel hastalarına bakmıştım. Bütün yakın tanıdığım birlikte olduğum hocalar farklı yönlerde benim için önemli ilham kaynağı olmuşlardır. En çok özendiklerim ise başarılı, paylaşımcı ve mütevazı olanlardı. Gelişmiş toplumlarda yaşadığım dönemde saygınlığın mütevazılıktan geçtiğini gözleme şansım oldu. Yurt dışında bulunduğum yaklaşık 5 yıl sürecinde insanların büyüklüklerini gösterme çabası içinde olmaması çok güzeldi. Kibirli olanlar da yok değildi, ancak güç ellerinden gittikten sonra çok çabuk unutuldular.
DERNEK FAALİYETLERİ
TCOD’un Kurucularından ve Genel Başkanısınız, bu yönde faaliyetleriniz neler oldu?
Türk Cumhuriyetleri Oftalmoloji Derneği’nin (TCOD), TOD Onursal Başkanımız Sayın Dr. Sunay Duman ile birlikte 10 kurucu üyesinde birisiyim. Yaklaşık 21 yıldır bu dernekte görev almaktayım. Ülkemizden 500’e yakın üyemiz var, yurt dışından üye sayımız 2 bini aştı. Kırgızistan, Kazakistan, Azerbaycan, Özbekistan, Tacikistan, Afganistan, Rusya Başkır Federe Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve diğer bazı ülkelerde Türk asıllı göz doktoru üyelerimiz var. Bu dernekte daha çok eğitim faaliyetleri yürütüyoruz. Dernekte son görevim başkanlık oldu. Genel Başkanımız Dr. Duman, onursal başkanımız olunca ikinci başkan olarak genel başkan oldum. Yaşantımda şu anda klinik ve bilimsel çalışmalarımın yanı sıra en önemli etkinliğimi gönül verdiğim bu dernek çalışmaları oluşturuyor. Diğer TCOD MYK’daki saygın meslektaşlarım ile birlikte tarihsel sıkı ortak bağlarımız olan Türk Cumhuriyetleri’nde oftalmolojideki bilimsel çalışmaları desteklemek ve eğitimlerine yardımcı olmak amacını güdüyoruz. Tüm desteğimizi gönüllülük duygularıyla severek ve heyecanla vermeye çalışıyoruz. Birlikteliğimiz bizlere ortak kültürel mirasımızı tekrar hissedebilmemizi sağlıyor. Çok geniş bir coğrafyada tüm farklılıklarımıza karşın sıcak ilişkilerin tazelenmesi, yeni dostlukların oluşması ve en önemlisi o ülkelerde gözlediğimiz bilimsel gelişme gösterdiğimiz çabaların anlamını ve gerekliliğini fazlasıyla hissettiriyor.
Anjiyografi kulübü çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
İki defa kalbim durdu ve nakil ile yeniden hayata döndürüldüm. Yaşadıklarım bana özellikle ilk kez kendi yaşamımı değerlendirme fırsatı vermesinden dolayı çok şey kattı. Aslında uğrunda uğraştığımız bazı hedeflerin çok fazla anlam ifade etmediğini, abartılmaması gerektiğini hissettim. Doğanın gücü, ona kavuşmak arzusu bana inanılmaz bir azim sundu. Bu süreçlerde eşimin, arkadaşlarımın ve meslektaşlarımın çok büyük desteklerini gördüm. Onların desteği olmasaydı şu anda hayatta olamazdım. Bunu çok iyi biliyorum. Buradaki tüm arkadaşlarımı, meslektaşlarımı bu süreçlerde üzdüm. Yoğun bir katılım olan Anjiyografi toplantısında herkesin ortasında düşüşüm ve yarattığım gerilim rahatsız edici idi. İşin ilginci belki de kendim için en olumlu yönü o olumsuz olayın sonrasına ait hiçbir şey hatırlamamam…
Anjiyografi kulübü ilk kez 1989 yılında Assos’ta Bursa-İzmir TOD şubelerinin ortaklaşa düzenledikleri toplantı ile başladı. Herkesin katkıda bulunabilmesinin sağlanması ve meslektaşlarımın birbirinden ilginç ve öğretici olgularla süslemeleri ve katkılarıyla epey başarı sağladı. Bu toplantının başarısında katkım olduysa ne mutlu bana.
İkinci ameliyatımdan sonra yoğun bakımdan çıkıp odama taşındığım günlerde Türk Oftalmoloji Derneği adına sevgili Reha Ersöz aradı. Çekingen bir ses ile “Anjiyografi Kulübüne senin ismini vermek istiyoruz, ne düşünürsün?” diye sordu. Tabii çok mutlu oldum. Duygusallaştım, ağlamaklı oldum. Prof. Dr. Gülhan Slem Hocamız önermiş. “Ne demek? Tabii ki.” dedim. Telefon görüşmesinden sonra ağladım mutluluktan. O anı hiç unutmuyorum. Anjiyografi Kulübü’ne bu şekilde adımın konmuş olması beni çok onurlandırdı ve gururlandırdı. Bana önemli sorumluluklar yükledi. Önümüzdeki yıllarda da anjiyografi kulübünün başarılarının sürmesi için elimden geleni esirgemeyeceğim…
ÖNEMLİ OLAN, DEĞERLİ OLMAK
Mesleğe yeni başlayanlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Hepimizin ortak amacı, başarılı olmak, bunun için çaba göstermek, en büyük isteğimiz, hayatımızı düzene sokmak. Başarının önemli olduğunu düşünüyorum. Bir başarı elde ettiğinizde güç elde ediyorsunuz. Hem maddi yönden hem sosyal statünüzde bir farklılık oluşuyor. Değerli olmak ise farklı bir şey… Başarılı olmak, her zaman değerli olmayı beraberinde getirmiyor. Değerli olmak için paylaşımcı olmak gerekiyor. Eğer verdiğinizden fazlasını alıyorsanız o zaman güçlü oluyorsunuz ama aldığınızdan fazlasını verebilecek paylaşımcı özelliğiniz varsa o zaman değerli oluyorsunuz. Sevgili meslektaşlarımın en azından başarılarının onları değerli kılmasını dilerim. Sadece güçlü olmalarını değil, aynı zamanda paylaşımcı olmalarını arzu ederim.
İnsanoğlu olarak büyük hedeflere ulaşmak için çabalaması çok doğal olmasına karşın yaşantımızın bütününde huzurlu ve mutlu olabilmek için insanın gerçek zenginliğinin her zaman kolay ulaşabileceği ufak şeylerle mutlu olabilmesi olduğunu düşünüyorum. Bir de meslektaşlarıma hatırlatmak istediğim çok önemli bir mesajım daha var: Hastalarımızın dediğine bakarak birbirimizi hor gören yaklaşımlarda bulunursak kendi kuyumuzu kazmış oluruz. Kesinlikle hastanın sözüne bakarak bir meslektaşımızı hor görmememiz, onun aleyhine herhangi bir tavrı hastamıza göstermememiz gerekiyor. Bir sorun varsa meslektaşımızla yüz yüze konuşup hesaplaşmalıyız. Meslektaşlarıma birbirlerini kollamayı öneriyorum. Birlik olamadığımız takdirde şu anda ülkemizde yaygınlaşan ve çoğunlukla ana hedefleri kazanç olan patronların hegemonyasından kurtulmamız ve direnmemiz mümkün olmayacaktır.
Ailenizden bahseder misiniz, oftalmoloji dışında neler yaparsınız nasıl vakit geçirmekten hoşlanırsınız?
Eşimle birlikte huzuru doğada buluyoruz. Doğada, Yaradan’ın varlığını hissediyoruz, bu, çok güzel. Tüm gezilerimizi, yaşantımızın özünü ve evimizi doğa ile bütünleşip kurmayı tercih ettik. Şu anda yaşadığım yer doğa içinde. Etrafımız tamamen yeşillik. Her gün rahatlıkla bir saat, bir buçuk saat yürüyüş yapabileceğimiz Bursa merkeze nispeten yakın bir yer burası. İşyerime 20 dakika içinde ulaşabiliyorum. Burada kırsal kesimde yardım gereksinimi olanlara destek olmaya çalışıyoruz. Beş dönüm bir yerimiz var. Bahçemizde kendi sebzelerimizi ve meyvemizi yetiştiriyoruz. İneğimiz var, kendi sütümüzü temin ediyoruz. Tavuklarımız var. Bir ara kuzularımız ve koyunlarımız da vardı. Doğal süs havuzumuzda balıklarımız, su yılanımız ve kurbağalarımız, ayrıca bahçede terk edilmiş olup bize sığınmış olan 2 köpeğimiz ile birlikte büyük bir ailemiz var. Böylesine bir ortamda sürdürüyoruz yaşantımızı.
Briç oynamayı çok severdim. Vakit bulabilirsem tekrar başlamak istiyorum. Son olarak bir dileğimi belirterek bu röportajı sonlandırmak isterim: Ülkemizde oftalmoloji bilimi uluslararası arena ile boy ölçüşebilecek bir kıvama gelmiş bulunuyor. Ancak, hiç unutulmaması gereken önemli bir konu bu çağdaşlığın sürdürülebilir olması büyük önem taşıyor. Bu konuda özellikle performans sisteminin eğitim kurumlarında önemli sorunlara yol açtığını düşünüyorum. Bunun sonucu gelişen ciddi yetersizlikler, eksiklikler görüyorum. Günde 50-60 hasta görmek zorunda olan asistanın bulunduğu ortamda hiçbir şekilde doğru dürüst bir eğitim olmaz, ne kadar idealist olursa olsun eğitici de sonunda pes eder ve kendini kurtarmak çabasına döner. Çağdaşlığın devamını sağlayabilmek için eğitim kurumlarının büyük bir kısmının ciddi toparlanmaya gereksinim duyduklarına inanıyorum.
Sevgi ve saygılarımla.
Ophthalmology Life Dergisi’ne teşekkürlerimi sunmak isterim.
Ophthalmology Life 37. Sayı