Doktorların öze doğru gerçekleştirdiği serüvenler; Kitaplar-3

“Doktorların öze doğru gerçekleştirdiği serüvenler; kitaplar” dosyamızın 3. Bölümünü size sunuyoruz. Doktorların gerek iç dünyalarına gerekse toplumsallaşmalarına yönelik yaptığı yolculukların örnekleri bu sayımızda da dikkatinizi çekecek.

DR. MANSON’IN ETKİLEYİCİ HİKÂYESİ

DOÇ. DR. ARZU TAŞKIRAN ÇÖMEZ
Kitap ve edebiyat, okumayı öğrendiğim 5 yaşından beri hayatımda çok önemli bir yere yata bakışıma, okuduğum tüm yazarların az ya da çok katkıları mutlaka oldu, ama şu anki durumumu,  hatta mesleğimi borçlu olduğum gerçek kişi Archibald Joseph Cronin’dir. Bu isimle az kişi  hatırlayacaktır, ama ‘Şahika’ dersem, eminim herkes hatırlayacaktır. Orjinal adı ‘The Citadel’  (Kale) olan roman, dilimize bence çok daha uygun bir isim olan ‘Şahika’ olarak çevrilmiştir.  ‘Şahika’, hatırlarsınız annelerimizin ağlaya ağlaya izlediği, ama benim uyku saati nedeniyle  tamamını hiç izleyemediğim bir diziydi. 1986 yılıydı sanırım, annemle istanbul Tepebaşı’ndaki Kitap Fuarı’na  gittiğimde, raflarda Şahika’yı görünce, hemen aldığımı, soğuk bir havada, tıka basa dolu Taksim-Mecidiyeköy otobüsünde okumaya başladığımı hatırlıyorum.  Şahika’nın ana karakteri, Dr. Andrew Manson, tıp fakültesinden büyük ideallerle mezun olmuş,  geleceğe umutla bakan, prensiplerine bağlı, dürüst, idealist, pırıl pırıl ve parası olmayan bir  doktordur. Yani hepimizin ilk mezun olduğundaki halidir Dr. Manson. Cronin’in, en iyi bildiği ve muhtemelen yaşadığı
deneyimlerden örülü kitaplarını, doktor olma yolunda okuduğumda, ‘o zamanlar öyleymiş’ duygusu  oluşmuş, ‘ben ve tıptaki arkadaşlarım asla öyle olmayız’ demiştim; ama yaş geçtikçe nedenini hala  bulamaz bir şekilde, o çarka herkesin, ara sıra da olsa girdiğini, bazılarının, çarkın içinde  kaybolduğunu, bazılarının ise çarkın ta kendisi olduğunu hayretler içinde izlediğimi söylersem,  sanırım abartmış olmam. Bana göre, ‘Şahika’, doktor olsun
ya da olmasın, okuyan herkesin, hayatını, yaşama amacını ve bu amaç uğruna kaybettiklerini bir  şerit gibi gözünün önünden geçirmesini sağlayacak, zamansız ve eskimeyecek bir kitaptır.

EDEBİ, FİKRİ BİR ESER: BU ÜLKE

OPR. DR. MURAT KAYA

Cemil Meriç’in “Bu sayfalarda hayatımın
bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülakata bu kitabı yazmak için geldim; etimin eti, kemiğimin kemiği ”  diye tanımladığı “Bu Ülke”; şiirle öfkeyi, tefekkürle heyecanı birleştiren edebi, fikri, içtimaî
bir eserin adıdır. Profesör Kaya Bilgegil’in bir sohbette: “Elimde olsa mekteplerde kıraat kitabı  diye okuturdum” dediği bu eserde, Cemil Meriç doğu-batı mevzusu, sağ-sol çatışması gibi mevzulara  değinmiştir. “Her kitap, tılsımlı bir saray. Kapıları her gelene açılmaz” diyen Cemil Meriç, 1942-1945 yılları  arasında Elazığ Lisesi’nde Fransızca öğretmenliği yaparken, Elazığ Askeri Hastanesi’nce düzenlenen  bir kurul raporuyla her iki gözünde yüksek ve ‘müterakki’ miyop nedeniyle askerlikten muaf tutulur.  Henüz 38 yaşındayken bir gözünde retina dekolmanı, diğerinde ise katarakt oluşması nedeniyle  görmesini kaybetmiştir. Önce Cerrahpaşa Üniversitesi Hastanesi ve sonra da Paris’te ünlü  Quinze-Vingts Hastanesi’nde birçok ameliyat geçirir fakat gözdeki yüksek tansiyon ve kanama yüzünden başarıya ulaşılamaz. Cemil Meriç hayatının geri kalan 33 yılında bir daha göremese de olağanüstü çalışma ve üretme  temposu hiç düşmez. “Tarih, eserlerini iki defa oynarmış: Önce trajedi, sonra komedi olarak” der.  1999’da tıp fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi iken Bu Ülke’nin sekizinci baskısını okumuş ve çok  etkilenmiştim. Cemil Meriç’in trajedisi, çok severek icra ettiğim oftalmolojiye ilgimin  derinliklerinde yer alır. Muayene ettiğim her dejenere miyop hasta, bana yazarın tüm kitaplarının  kapak baskısında yer alan kitaba gömülmüş, kalın kenar gözlüklü resmini hatırlatır.”

TOPLUMSAL SORUNLARA ELEŞTİREL BAKIŞ

OPR. DR. ATAMAN GENÇGÖNÜL

Her kitap bir hayat, her hayat bir kitaptır. Gelişen iletişim çağıyla birlikte, ellerinden düşürmedikleri tablet ve cep telefonlarıyla hap bilgiyi almaya alışan yeni neslimizi, kitap okuma alışkanlığına
yöneltmek gittikçe zorlaşıyor. Bizim yaşıtlarımız ne şanslıdır ki, sayfalarını çevirdikleri zaman algıladıkları ağaç kokusunun
zevkiyle bütünleşen kitap okuma sevgisinin değerini bilen nesillerin öğrencileri olarak yetiştiler. Her biri birbirinden kıymetli edebiyat öğretmenlerimizin seçtiği kitaplardan hazırladıkları kurayı  “acaba bu hafta bana hangi kitap çıkacak?” diye sevinçle beklerdik. Bana çıkan bu kitapları her zaman kitaplığımın en müstesna yerinde saklamışımdır. İşte bu kitaplardan belki de benim için en önemlisi Reşat Nuri Güntekin’in 1922 yılında kaleme  aldığı “Çalıkuşu” romanıdır. Mustafa Kemal Atatürk, savaş cephelerinde zor anlarında dahi başucundan bu romanı ayırmamıştır. Devlet işlerinden vakit bulamadığı zaman bile bu romanın rastgele bir  sayfasını seçerek okuyacak kadar kitap sevgisi olan ender liderlerdendir. Onun bu özelliği  dikkatimi çekti, “Acaba bu romanda ne buluyor?” diye merak ettim ve ben de okumaya karar verdim. Çalıkuşu duygusal bir olayı anlatmakla birlikte, dönemin toplumsal sorunlarını eleştirel dille de  ortaya koymaktadır. Çoğu kişi bilmez ama Reşat Nuri Güntekin 1939 yılında bu romanı tekrar gözden  geçirmiş altıncı baskı olarak yayınlamıştır. Çalıkuşu Türkiye’de yeni ve modern bir dönemin başlamasına özendirici olarak kabul edilmektedir. Bence, yeni nesil bu kitabı mutlaka almalı ve okumalı. Kitap okuyan nesillerin artması dileğiyle.”

İNSANLIK MÜCADELESİ LES MİSÉRABLES -SEFİLLER

DOÇ. DR. MEHMET CEM MOCAN

Victor Hugo’nun Sefiller adlı muhteşem romanını 2003 yılında uzmanlık sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunduğum üst ihtisas süresi içinde okudum. Benim için çok farklı, özel iki yıllık bir yaşam  deneyimi geçirirken okumuş olduğum kitap beni köklü toplumsal değişikliklerinin yaşandığı 18. ve  19. yüzyıl Fransası’na, son derece güç hayat şartları altında adeletsizliğe, fakirliğe, yanlızlığa,  kötülüğe ve öfkeye karşı direnmeye çalışan hayatların içine sokmuştu. Birçok bölümünü altını  çizerek tekrar tekrar okuduğum bu kitap beni insanlığın doğru-yanlış, iyi-kötü, zengin-fakir, ezilen-ezen mücadelesini anlamam açısından çok farklı bir noktaya getirdi.  Romanda geçen olayları ve çatışmaları okudukça, kendi hayatımda olan sorunların göreceli olarak  önemsizliğini ve üstesinden gelinebileceğini de görmem açısından ayrıca çok faydalı oldu.  insanların ve toplumun yapısını son derece ayrıntılı bir biçimde irdeleyen, hem aklınıza hem de  kalbinize hitap edecek bir başyapıt olduğunu düşünüyorum. Victor Hugo’nun özetle şu ifadesi bana yol gösterici olmuş ve toplumsal yardım kampanyalarına çok daha aktif bir şekilde katılmamı sağlamıştır: “Herhangi bir nedenden dolayı, medeniyet tarihi  boyunca dünyada suni cehenennemler yaratıldıkça, erkeklerin yoksulluk ile ezilmesi, kadınların  açlık ile mahvolması ve çocukların fiziksel ve ruhsal karanlık içinde büyümesi çözülmedikçe,  dünyada cehalet ve mutsuzluk süregeldikçe, bu gibi kitaplara ihtiyaç duyulacaktır.” Tüm göz hekimlerinin okumasını tavsiye ediyorum. Zaman zaman akışı yavaşlasa da tamamlanması gereken bir proje olarak bakılabilecek bir kitap olarak değerlendiriyorum.

HAYATA DAİR: NIETZSCHE AĞLADIĞINDA

YRD. DOÇ. DR. MURAT MORAY

Lise’deyken bir hafta sonu okumuştum
bu kitabı. Okuduğum her anı aklımdadır. Başlarda sıkıcı bulmuştum, ancak kitabı yarıladıktan sonra eksik tüm parçalar yerini buldu ve beni büyük bir merak sardı. Farkında olmadan
Psikanaliz’le tanıştım. O güne dek yaptıklarımı… Niye, neden yaşadığımı sorguluyordum. “insan ne  için yaşar?, Hayat peşinden gidilen hayallerden ibaret midir? Giden gider de; kalan kalmayı kendisi mi seçmiş olur? Elalem tam olarak kimdir ve kimliği belli olmayan bu kavram önemli kararlarımızda neden
bu kadar etkili olmaktadır? Geçmiş herkes için gerçekten geçmiş midir?” Bilinçdışı denen şeyin ne kadar önemli olduğunu ve farkında olmadan şekillendirdiğim hayatımı  hiçbir kitap bu kadar sorgulatmadı. Ben bu kitabı çok sevdim ve hala da çok severim…


HAVACILIK AŞIĞI BİR İNSAN: VECİHİ HÜRKUŞ

OPR. DR. HAKAN ÖZKAN

Yapı Kredi Yayınları tarafından 2000 yılında
yayımlanan “Bir Tayyarecinin Anıları” kitabı sayesinde Vecihi Hürkuş ile 2005 yazında tanıştım. Onu geç tanımanın mahcubiyeti sardı benliğimi; ne büyük inanç, ne büyük bir ülkü, ne büyük bir yürekti; kıskandım. 6 Ocak 1896’da çarpmaya başlayan bu yürek, başarılı tahsil hayatını  1915 yılında Yeşilyurt Makinist Mektebini bitirerek devam etmiş, Birinci Dünya Savaşı sırasında  Bağdat cephesinde görev almış ve 21 Mayıs 1916 yılında Tayyare Mektebi’nden mezun bir pilot olarak
tamamlamıştır. Türk havacılığında ilklerin adamı olan Vecihi Hürkuş, Kafkas cephesinde ilk hava zaferini kazanan,  Kurtuluş Savaşı’nın ilk ve son uçuşlarını yapan, ilk Türk askeri ve sivil tayyaresini inşa eden,  ilk Türk tayyare mektebini açan, ilk sivil pilotları yetiştiren, ilk kadın pilotumuz yetiştiren,  ilk Türk tayyaresini ve planörünü inşa eden, ilk özel hava yollarını kuran kişidir. Savaşlar  bittikten sonra kendini havacılığa adayan Vecihi Hürkuş, tüm yokluklara rağmen kendi uçağı VECiHi K6’yı kendi inşa ettikten sonra uçuşları onaylayacak bir mercii olmadığı  için uçuş sertifikası alamamıştır. izinsiz uçtuğu için Vecihi Hürkuş’un uçması yasaklanmış, ceza  almıştır, uçağına el konmuştur. Fakat Vecihi Hürkuş pes etmemiş 1930’da, bu kez ilk Türk sivil  uçağı Vecihi 14’ü yapmıştır. Yine onaylayacak merci olmadığı için uçuş sertifikası olamamıştır.  Fakat O yılmamış, uçağı parçalarına ayırarak Ankara’dan trenle Prag’a götürmüş, Prag’da tekrar uçağı birleştirmiş ve Çekoslovakya’da uçuş sertifikası alabilmiştir. Fakat vatan sevgisi ve hasreti daha  ağır basınca tekrar yurda dönmüş ve döndüğünde bu uçağı da yasaklanmıştır. 1932’de ise ilk Türk Havacılık okulunu kurmuş, birçok pilot yetiştirmiştir. Yaşadığı maddi sıkıntılardan dolayı savaşta üstün hizmetleri için bağlanmış maaşına bile el konmuştur…

Ophtalmology Life 2016 23. Sayı