Rüzgâr sörfü fako ameliyatı yapmak gibidir. Beyin ve el-kol koordinasyonu çok önemlidir. Gözlerin ve ayakların yakın ilişkisi de aynı fakoda olduğu gibi bu ikiliye katılır. Tek fark sıvıdadır. Sörfte deniz suyu söz konusuyken, fakoda dengeli tuz solüsyonu vardır.
Rüzgâr sörfü bir spor ya da hobiden çok daha fazlasıdır. İnsan bedeninin teknoloji harikası ekipmanlarla bir araya geldiğinde neler yapabileceğine şahit olursunuz. Bağımlılık yaratır, uzun süre yapılmamışsa ve mevsimlerden kışsa yazın gelmesini iple çekme sebeplerinden biridir. Bir kere başladınız mı vazgeçemezsiniz, gece gündüz aklınızdan çıkmaz, tekrar yapabilmek için içiniz gider hatta rüyalarınıza girer. Yaptıkça yapasınız gelir, dolayısıyla zaman size yetmez. Kudurmuş rüzgârlar ve azgın dalgalar arasında denizi bir oyun bahçesine çevirmek, tonlarca serotoninin içinizde aktığını hissetmenize neden olur. Rüzgâr sörfünü öğrendikten sonra artık öyle bir hale gelirsiniz ki ölmeden önce yapmak istediğiniz son şey nedir sorusuna bile “rüzgâr sörfü” diyebilecek durumdasınızdır artık.
RÜZGÂR SÖRFÜ AMELİYAT YAPMAK GİBİDİR
Tatil konseptiniz deniz, kum ve güneş üçlüsüyse ve bir de bunlara rüzgârı eklerseniz rüzgâr sörfüne artık hazırsınız demektir. Yelkeni kaldırıp, bumbayı kendinize çektiğiniz ve yol aldığınız zaman ayaklarınızda denizi, yüzünüzde güneşi ve saçınızda rüzgârı hissedip giderken duyduğunuz hazzın tarifi imkânsızdır. Öğrenmek zor değildir. Yürüyebiliyorsanız sörf de yapabilirsiniz. Sörf yaparken yelken, yürürken ayaklarınızın yaptığı görevi yapar. Rüzgâr sörfü aslında biraz da fako ameliyatı yapmak gibidir. Beyin ve el-kol koordinasyonu çok önemlidir. Gözlerin ve ayakların yakın ilişkisi de aynı fakoda olduğu gibi bu ikiliye katılır. Tek fark sıvıdadır. Sörfte deniz suyu söz konusuyken, fakoda dengeli tuz solüsyonu vardır. Ameliyat hemşireniz de ameliyathanede kalmıştır. Zaten sörfün üstündeyseniz, kimseyi hatırlamazsınız kendinizle baş başasınızdır. İlk önceleri sörf benim için “küçükken Amerikan filmlerinde izlediğim üçgen vücutlu delikanlıların büyükçe bir sörf tahtasıyla kocaman okyanus dalgalarında dans ederek yaptıkları bir eğlence” ya da “Çağla Kubat”tan ibaretti. Çanakkale’nin muhteşem doğası, denizi ve hiç eksik olmayan rüzgârıyla tanıştıktan sonra rüzgâr sörfü benim için vazgeçilmezler arasına girdi.
RÜZGÂR SÖRFÜNE NE ZAMAN VE NASIL BAŞLANMALI?
Rüzgâr sörfüne mümkünse hafif havalarda başlamak lazım; eğer sert havalarda öğrenmeye kalkarsanız vazgeçebilirsiniz. Yine de sörf öğrenirken yaşanan en büyük kaygı, rüzgârla beraber kıyıdan uzaklaşırken, “Şimdi yandık, nasıl döneceğiz?” kaygısıdır. Dönmeyi bilmiyorsanız yapılacak en mantıklı iş bordun üstüne yatıp ellerinizi kürek gibi kullanarak kıyıya doğru yüzmektir ki her acemi sörfçü gibi ben de bunu
ilk başta yaptım. Aslında mantık gayet basittir. Kollarınızı kırmadan, ayaklarınızı yayarak bordun üstünde duruyor ve rüzgâra kendinizi taşıtıyorsunuz. Bordu yönlendirmek için bir dümeniniz yoktur. Ellerinizle tuttuğunuz yelkeni açıp kapatarak ve öne arkaya doğru yatırarak yönünüzü ve hızınızı belirliyorsunuz. Başlarda acemilikten kolunuzu, ayaklarınızı ve belinizi nasıl kullanacağınızı bilmediğiniz için sörf sonunda dayak yemiş gibi hissetseniz dahi (sörf yapanların kavgadan korkmamalarının sebebi bu sanırım) zamanla aslında kaslarınızı kullanmadığınızı, sadece insanın mayasında olan dengenin ve ağırlık merkezinin önemini kavrıyorsunuz.
RÜZGÂR SÖRFÜ: DENGE VE KONSANTRASYON
Temelde, denge ve konsantrasyon işidir sörf. Rüzgâr sörfünü gerçekten öğrenmek demek, sörfle koordinasyonu sağlamak ve rüzgârı yönetmeyi öğrenmek demektir. Sörfü rüzgâra kaptırmak ve rüzgârın sörfü yönetmesi ise faciayla sonuçlanabilir. İşte o zaman şamar oğlanına dönme ihtimaliniz artar. Çocukken yemediğiniz sopayı denizden birkaç saatte yiyebilirsiniz. Rüzgârla savaşırken yorulursunuz ama rüzgârı yelkene doldurup biraz hızlanıp 10 metre kadar ilerlediğinizde bütün yorgunluk uçup gider ve büyük keyif alırsınız. Ama bu işi yaparken İstanbul ya da Çanakkale Boğazı’ndaysanız, boğaz trafiğine biraz dikkat etmek gerekiyor. Grosstonluk gemilerle vals başınıza iş açabilir.
ÇALIŞMAK VE SABIRLI OLMAK GEREK
Rüzgâr sörfü birçok nedenle yaygınlaşmıştır. Sörf tahtasına çıkıp düşmeden yelkeni kaldırarak rüzgârla seyire başlamak adrenalini doruk noktaya çıkarır. Ne var ki, kolay görünen bu sporda ilerlemek çok çalışma ve sabır gerektirir. Arabesk sevmeseniz dahi İbrahim Tatlıses’ten “Düşe kalka gittim, ben bu yollardan, yorgunum dostlarım, yorgunum yorgun” türküsünü dinlemeye başlarsınız. Deneyim kazandıkça dengenin, ustalığın ve hızın sürekli olarak artması sizi arabeskten rap dinlemeye itebilir. Hatta sörfünüze “Tek rakibim THY” tabelasını asmanız işten bile değildir artık. Büyük bir hızla dalgaların üstünde uçar gibi gitmek çok zevklidir. Sadece doğaya ait rüzgâr gücü ile saatte 80-100 km gibi inanılmaz hızlara ulaşabilen, aynı anda hem doğayla mücadele edip hem de işbirliği yaptığınızı hissettiğiniz esaslı bir fiziksel faaliyettir sörf. Rüzgâr sörfü yelkenli deniz araçları içinde dünya hız rekorunu elinde tutmaktadır.
Başlangıçta hantal ekipmanlarla öğrenip, sonrasında bordu küçültüp, yelkeni büyütüyorsunuz. Eğer hava müsaitse bordunuzu zıplatabilir, takla atabilir ve kendi etrafınızda dönerek çeşitli akrobatik hareketler yapabilirsiniz. Üstelik bunu başka bir deniz aracıyla yapmanız da mümkün değildir. İşin zevki de aslında kontrolün tamamen sizin elinizde olduğunu hissetmenizdir. Rüzgâr sörfünde, sörf tahtasına takılan yelken üç ana bölümden oluşur: Yelken direği, yelken ve tutma çatalı olan bumbadır. Sörf tahtası polyester ya da polietilen gibi sert bir maddeden yapılır. Plastik bir köpükle doldurularak suda yüzecek biçimde hafif ve güçlü olması sağlanmıştır. Tahtanın üst yüzü sörfçünün ayağının kaymaması için pürüzlü, alt yüzü ise suda hızlı gidebilmesi için pürüzsüz bir yapıdadır. Yelken sert polyesterden, yelkeni tutacak bumba ise alüminyumdan imal edilir. Böylece hem hafiflik hem de dayanıklılık sağlanır. Teknolojiyle birlikte tüm ekipmanlar insan vücuduna neredeyse ‘sıfır zarar’ verecek şekilde tasarlanmıştır. Hiçbiri kanserojen değildir. İlk ve son baharda “üşürüm” derseniz, yarı ıslak deniz kıyafetleriyle sörf yapabilirsiniz, Düşseniz bile, düştüğünüz yer sudur. Kısacası hafta sonu oynadığınız bir saatlik halı saha maçı kadar bile risk içermez rüzgâr sörfü.
TÜRKİYE’DE NERELERDE RÜZGÂR SÖRFÜ YAPILABİLİR?
Aslında ülkemizde potansiyelinin çok altında kalmış bir spor dalıdır. İklim ve doğa koşulları unsurlarına bakılırsa rüzgâr sörfünde dünya liderleri arasında olmamız beklenmeliydi. Özellikle Ege kıyılarında yaz boyunca dünyadaki en iyi rüzgârlar esmektedir. Sularımız dünya üzerindeki rüzgâr sörfü merkezleri içinde belki de en tehlikesiz olanlardır. Belki de en önemlisi yılın 8 ayında ciddi soğuğa maruz kalmadan sörf yapılabilmesidir. Alaçatı, Çanakkale, Bodrum’da Fener ve Bitez koyları, Datça, Ayvalık, Foça, Fethiye, Gökçeada, Saros Körfezi, İstanbul’da Tuzla, Mimar Sinan ve Caddebostan sahili en uygun sörf mekânlarıdır. Son yıllarda artan ilgi sebebiyle göllerde dahi yapılabilmektedir. Alaçatı bütün bu yerlerin en bilinenidir.
Ülkemizde her düzeye göre rüzgâr ve deniz bulmanız mümkündür, malzeme sıkıntısı da yoktur. Çok bilinmeyen ama rüzgârın ve ekipmanın kolay bulunmasıyla birlikte benim sörfe başladığım ve öğrendiğim Çanakkale de bu eğlence dolu spor için en uygun yerlerden birisidir. Rüzgâr sörfünün geçmişi ata sporumuz güreşe göre yeni sayılır (ki güreşle de ilgilenmişliğim ve Kırkpınar’da kıspet giyip güreşmişliğim vardır). Yaklaşık 40 sene önce keşfedilmiş olan bu spor ilk kez 1984 Los Angeles Olimpiyat Oyunları’nda yarışma kapsamına alınmış olup günümüzde olimpik sporlardan biridir.
Denizin sörfe vururken çıkardığı müzikal harmoni eşliğinde rüzgârı arkanıza alıp kendinizi kanatlarını açmış bir kuş gibi özgür hissetmek isterseniz rüzgâr sörfünü keşfetmek ve tutkuyla bağlanmak için daha fazla beklemeyin derim. Rüzgârınız bol olsun.
Ophthalmology Life 2014 19. Sayı / OPR. DR. ÇAĞATAY ÇAĞLAR