Tıbbi uygulamalarda hastanın aydınlatılmış onamının alınması gerektiğini artık hepimiz biliyoruz. Bunun gereğini yerine getirmek için büyük uğraşlar veriyoruz. Ülkemiz yargı sistemi yerleşik içtihatlarında aydınlatmanın sınırlarının çok geniş tutulduğunu bilmekteyiz. Bu durumu daha önce bu köşedeki yazılarımda dile getirdim ve zaman zaman da eleştirdim.
Bir yargı kararında; katarakt ameliyatı sırasında takılan göz içi merceğin zaman içinde bulanıklaşması nedeni ile gelişen görme kaybından dolayı açılan davada, bilirkişi raporunda hekim hatası olmadığı sonucuna varılmıştır. Lensin kesifleşmesinin fabrikasyon hatasından kaynaklandığının belirtilmesi ile mahkeme açılan davayı reddetmiş, ancak Yargıtay göz içine
konulan merceğin bulanıklaşabileceği konusunda hastanın aydınlatılmadığı gerekçesi ile hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Başka bir olguda bir üniversite hastanesinde doğan prematüre üçüz
bebeklerin ikisinde körlükle sonuçlanan prematüre retinopatisi (ROP) gelişmiş ve aile tarafından üniversite aleyhine tazminat talepli dava açılmıştır. Olayda, bebekler hastaneden taburcu edilirken uygun zamanında ROP muayeneleri için göz polikliniğine gönderilmiştir. Tarafların beyanlarından ve dosya içeriğinden anlaşıldığına göre bebekler göz muayenesi için gittikleri poliklinikte gözlerine damla damlatılmış ve 20-30 dakika beklemeleri söylenmiştir. Ancak hasta
yakınları beklememiş, herhangi bir haber vermeden ve muayene olmadan polikliniği terk etmişlerdir. Üç ay sonra muayene edildiklerinde ise ileri evre ROP olarak değerlendirilmiş ve bebekler görmelerini yitirmiştir. Açılan davada Yargıtay karar gerekçesinde ‘‘ROP gibi bir konuda sadece anne babaya önerilerde bulunmanın yeterli olmayacağını, hasta dosyalarının da incelenerek önerilerin yerine getirilip getirilmediğinin takibinin
de gerektiğini’’ belirtmiştir. Bunun yerine getirilmemesini idarenin hizmet kusuru olarak değerlendirmiştir.
Her iki dava örneğinde mahkemelerin, aydınlatma yükümlülüğü sınırlarını içerik bakımından ne kadar geniş tuttuğunu göstermektedir. Aslında bu önemli bir sorundur. Bir tıbbi müdahalenin içerik bakımından tüm ayrıntıları ile anlatılabilmesi ne kadar mümkündür? Bu anlattığımız insanın eğitim durumu, anlama ve algılama kapasitesi, anlama ve algılama motivasyonu ile çok yakından ilişkilidir. Bir de bu aydınlatma yükümlülüğünün esas olarak
uygulamayı yapacak olan hekime ait olduğunu düşündüğümüzde hekimin içinde bulunduğu açmazı özellikle vurgulamak gerekir. Hekimin iş yükünün çok fazla olduğu, hasta randevularının zaman zaman 10 ve hatta 5 dakikalara düştüğü bir ortamda göz muayenesi
gibi ayrıntı gerektiren bir muayenenin yapılması, beklenen ölçüde aydınlatmanın yapılması ve gerekli kayıtların tutulması mümkün müdür? Ama evrensel insan hakları yönünden insana yapılacak tıbbi uygulama ya da sağlık hizmeti açısından konu ile ilgili aydınlatılmış rızasının olması gerekmektedir. Sağlık hizmeti sunumu sırasında hekime ve diğer sağlık
çalışanlarına dünya standartlarında çalışma olanakları sağlamadan ondan evrensel
hukuk normları çerçevesinde hizmet sunumu beklemek ve gerçekleşmediğinde cezalandırmak ne ölçüde adil olur?
Hekimleri ve diğer sağlık çalışanlarını bu denli bir yükün altına sokarak zaman içinde daha az sorumluluk alan hekimlerle karşılaşacağız. Son yıllarda daha az cerrahi branşlar daha çok dermatoloji, fizik tedavi gibi risk potansiyeli az dallara eğilimin nedeni bu değil mi? ROP
gibi öğrenme eğrisi uzun, uygulaması zor ve medikolegal olarak riskli işlerle uğraşan hekimleri nasıl bulacağız, nasıl yetiştireceğiz. Uzun dönemde toplum sağlığı açısından bu durumun nasıl olumsuz etkileri olacağını bir düşünün.
PEKİ, DENGEYİ NASIL KURACAĞIZ?
Hayatın her alanında olduğu gibi burada da dengeyi kurmamız gerekiyor. Dengenin optimum olduğu yerde çatışma o ölçüde az olacaktır.
Tarih boyunca bilim ve sanat gerçek dengeyi bulmak için Altın Oran kavramı ile uğraşmış hesaplamalar yapmış bilimsel gerçeklere verilere dayalı bir ‘‘Altın Oran’’ ortaya koymuştur. Antik çağdan günümüze Altın Oran en iyi uyum ve oranları veren düzen bağıntısı olarak kabul edilmektedir. Hekimlik uygulamalarında medikolegal açıdan en büyük açmazlarımızdan olan aydınlatma yükümlülüğünün sınırlarını belirlerken sanırım bu Altın
Oran bağıntısını kullanmamız yerinde olacaktır. Bu bağıntıyı oluştururken bilimsel veriler üzerinden yol almalıyız.
Aydınlatma yükümlülüğünün amacı kişi kendisine yapılacak tıbbi uygulama hakkında karar verirken konu hakkında bilgisinin olması ve kararını bu bilgi ışığında vermesidir. Hekim makul ölçüde aydınlatma yapmışsa, ancak istatistiksel olarak anlamsız bir orandaki bilginin
verilmemesi ve sonuçta verilmeyen bilgiye dayalı riskin gerçekleşmesi halinde hekim aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmemiş sayılmamalıdır. Bir başka ölçü de hayatın doğal akışı içinde bir insanın alabileceği risk olmamalıdır, örneğin katarakt ameliyatı sırasında göz içine konulan merceğin bulanıklaştığını belirttiğim olguda; hastanın katarakt ameliyatı ve göz içi lens implantasyonu dışında günümüz tedavi yöntemleri ile başka tedavisi yoktur. Bu hastaya; milyonda bir de olsa göz içi merceğinin bulanıklaşabileceği, bulanıklaşması halinde bunun bir başka ameliyatla değiştirilebileceği bilgisi hekim tarafından bildirilmiş olsa da hastanın ameliyat olma yönündeki kararının değişmeyeceği
gerçeği hayatın olağan akışına ters değildir. Aynı şekilde merceğin göz içinde bulanıklaşma olasılığı eldeki tüm verilere, istatistik bilimi kurallarına göre ihmal edilebilir sınırlar içindedir. Zannımca adı geçen olguda adaletin terazisi şaşmıştır.
Tıbbi hizmet sunumunda aydınlatılmış onam sınırlarındaki Altın Oran’ı saptama ve uygulama
gayretimiz tek başına yeterli değildir. Asıl mesele bunu hukuk sistemine ve yargı çevrelerine anlatabilmektir. Bu konudaki çalışmalarımız artarak devam etmelidir.